15 Kasım 2014 Cumartesi

İsmet İnönü ve Harf İnkilabı Yorumu (Yalancıların Bir Mumu Daha Söndü)

İnternette özellikle harf inkilabına muhalefet etmek için İsmet İnönü'nün ağzından söylenmiş gibi gösterilen bazı sözler vardı. Hatta bunları sadece yazı şeklinde değil, resim formatlarına çevirerek twitter ve facebook üzerinden paylaşılmıştı. Bu yazılanların doğru olmadığını ben biliyordum, fakat bu sözler o kadar çok kullanya başlandı ki, bu sözlerin doğru olduğunu muhalefet etmeyenler bile kabul etmişti. Bu yüzden bir yalanı daha ortaya çıkarmak gerekti.

İnternette dolaşan metin bu;
 "Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Okur-yazar oranının düşük oluşunun yegâne sebebi alfabenin öğrenilmesinin zor olması değildi. Uzun yıllar devlet, eğitim sorununa eğilmemiş, kütlesel eğitime önem vermemişti. Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”
Kaynak: İsmet İnönü Hatıralar Cilt 2, Sahife 223 Bilgi Yayınevi 1985

İsmet İnönü'nün ne kadar dindar bir insan olduğunu bilmesem, belki bir nebze inanırdım, içime kuşku düşerdi ama nafile. Gelgelim o dönemde "Arap-İslam dünyası" diye bir tabiri kullanmak İsmet İnönü'nün aklına bile gelmez. Ayrıca; bahsedilen kitabın 2.cildi 1985'te değil 1987 de çıkmıştır, uyduran bunu bile bilmiyor. Bu uydurma biraz "Atatürk'ün Annesine Atılan İftira"ya benzemiş, dil ve mantık hataları var. Neyse fazla uzatmadan orjinalini görelim;
 


Diyor ki;
"Esas olarak Harf İnkılabı'nın taraftarıyım. Başlangıçta gösterdiğim mukavemet, anlattığım sebeplere dayanıyordu ve Atatürk benim bu mukavemetimi samimi olarak karşılıyordu. Kendisi; bir emrivaki yaparak bu inkılabı kabul ettiririm, İsmet Paşa'nın söylediği doğru, ben de uyarım, hep beraber çalışmalıyız, çalışırız, olur biter diye düşünüyordu. Onda böyle samimi bir kanaat vardı.
Bugünlere ait bir olayı hatırlarım. Atatürk, yanında bazı kimseler olduğu halde, bir yerde çalışıyor. Önünde eski yazıyla yazılmış birçok kâğıt var. Akşam üzeri ben kendisini görmeye gittim. İsmet Paşa geliyor, diye haber verirler. Hepsi telaşa düşer. Masanın üzerindeki kâğıtları kaldırırlar.
Sözünde duruyor. Fakat acele bir iş yapılacağı zaman ve onun istediği vesika veya notu herkes kolayına geldiği gibi eski yazıyla verince ne olacak? Tabii çaresiz bir vaziyet.
Bu son zamanlarda bile, koalisyon hükümeti olarak çalışırken, bakarım yanımda oturan Alican defterini çıkarır, eski yazı ile yazar. İçimden, şartlar müsait olsa ben sana gösteririm, derim. Bırakalım bunu, kendi partimizin adamına bir şey yapamaz hale geldim. Şimdi serbest... Herkesin cep defterine ne karışırsın, oldu...
Harf İnkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Okuma yazma kolaylığı Enver Paşa'yı tahrik eden sebeptir. Ama, Harf İnkılabı'nın bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap kültüründen koptuk. Arap kültürünün ve Arap dilinin tesiri hakkında, yeni nesiller bizim kadar fikir edinemezler. Bir misal olarak söylemek isterim: Benim çocukluğumda kültür sahibi adamlar, Türk dilinin kifayetsizliğinden, eksikliğinden meyus olarak bahsederlerdi ve bunun için cemiyet içinde hem Türkiye diye bir millet olarak Araptan ayrılığı kaldırmalıydık, hem de sağlam bir dile kavuşmak maksadıyla Arapçayı kabul etmeliydik, derlerdi. Yani vaktiyle devleti kurarken ve Türk dilini yaparken Arap dilini kabul etmek doğru olacaktı, görüşünü hararetle savunurlardı.
Anadolu'da ilk Türk devletini kuranların hepsi Türk beyi olarak devlet başına geçmişler ve milli hususiyetlerini muhafaza etmişlerdir. Sonra Osmanlılar devrinde, edebiyat vesilesiyle dil ihtiyacı genişledikçe sanatı Arap dili üzerinde işlemek hevesi milli kültürü zayıflatmıştır. Bizim devrimizde Latin harflerine geçmek Türk dilini ve milli kültürü kurtarmak için esaslı bir etken olmuştur.
Şimdi, bütün sapmalara rağmen, yazıyı yeni harflerle öğrenmiş olanlar eski harflere dönemezler. Kuran kursuna gidenler için de böyledir.
Harf İnkılabı'nı burada bağlayacağım. İnkılap ilan edildiği zaman herkes iki yazı ile başladı. Hükümet başında bulunduğum için gayet sıkı ve ciddi takip ederek devlet dairelerinden eski yazının kalkmasına çalıştım. Ne kadar sürdü, şimdi söyleyemeyeceğim, fakat asgari bir müddet zarfında resmi dairelerden eski yazı kalktı. Devlet memurları içinde eski yazıyı müsvedde olarak kullanmakta devam edenler, bu yazıyı bilmeyen insanlar memur olup işbaşına geldikçe, tabiatıyla seyrekleşti.
Harf İnkılabı', kadınların cemiyete girmesi ve erkeklerle eşit hale gelmesi, ancak zamanla yerleşecek inkılaplardır. Bunu bilerek inkılapları değerlendirmek lazımdır."


Yazılanlar ortada. İsmet İnönü, Arap kültüründen koptuk diyor, inkilabın amaçlarından biri buydu diyor. Bu durum ülkemizdeki Arap sevicilerini rahatsız ediyor haliyle. O dönemde eğer ilerlemek istiyorsan iki seçenek vardı; 1-Arapçayı toptan alıp, Türkçeyi sileceksin. 2-Türkçeyi ihya edeceksin. Hepimizin bildiği gibi ikinci seçenek uygulandı. Doğru olan yapıldı. Gel gelelim Osmanlıca'nın kullandığı alfabe Arap alfabesi bile değil, Arapların kullandığı alfabeyi kullansak zaten Türkçe diye bir şey kalmazdı, o yüzden Fars Alfabesi kullanmışızdır, Bunun sebebi, Fars alfabesinde, Arap alfabesinden fazla sesli harf olmasıdır. Bu bile Türkçe'ye uygun olmadığından, okuma yazma bilenler Türkçe kelimeleri yazmada zorlandıklarından kısa yolu kullanarak Arapça ya da Farsça kelimeler kullanmışlardır. Zaten bu durum da yapay bir dil olan Osmanlıca'yı doğurmuştur.

Harf Devriminde amaç bellidir. Amaç, yapay bir dil olan Osmanlıcanın yerine gerçek kimliğini bulmuş Türkçeyi yerleştirmek ve böylece açık seçik bir ortak dilin sağladığı yararları tüm ulusa sunmaktır. Hiç kuşkusuz dil, bir milletin adeta var olduğunun kanıtıdır.

Dersim İsyanı ve Seyit Rıza

1937/38′de yaşanan Dersim isyanı, bu bölgedeki en son ayaklanmadır. Ve ayaklanmanın Alevilerin haklarıyla ya da talepleriyle en küçük ilgisi yoktur. Bölgedeki derebeyleri, seyit olsun, aşiret reisi olsun; Aleviler uğruna tek kurşun atmamışlardır. Ve bu derebeyleri; kendilerine Alevi kesimi temsil ederek gelen iki önemli Alevi büyüğünü de reddetmişlerdir.

Hacı Bektaş-ı Veli dergahının son postnişi Cemalettin Çelebi Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşa ile işbirliği yapmıştır, Amasya Tamimi'nde imzası olan kişidir. Ne hikmetse Dersim eşrafından bazı aşiretler Milli Mücadele'ye destek vermek şöyle dursun, köstek olmuşlar ve hatta Yunanlılarla Batı Cephesi'nde savaşırken, arkamızdan isyan çıkarmışlardır.

Dersim olaylarını Alevi hareketi gibi gösterme gayreti, 1919′dan beri sürdürülen Kürdistan yaratma projesinin bir parçasıdır.

 Tunceli bölgesini gezenler göreceklerdir ki; burası yerleşime uygun olmayan; ulaşılması çok zor bir coğrafyadır. Daha çok devlet baskısından kaçan grupların saklandıkları bir coğrafya özelliğini gösterir Tunceli. Sivas’ın doğusuna kadan uzanan bir bölgeyi kapsayan Tunceli’nin en eski halkı Zaza’lardır. Bunların dili ve kültürü ile Kürtlerin dili ve kültürü arasında hiçbir bağ yoktur. Bu bölgeye Türkler; MÖ 5. yüzyılda Kafkasya’nın kuzeyinden inmişlerdir. Sakaların (Sarı Türkler) kalıntıları bölgede beyaz tenli, yeşil gözlü insanlar olarak karşımıza çıkıyor. MS 395′den başlayarak Hun Türklerinin Ağaçeri (Tahtacı) kolu da Kafkasları aşarak Bizans’la işbirliği halinde bu bölgeye ve Toroslara yerleştiler. Daha sonra Oğuzlar 950′lerden itibaren bölgeye geldiler. Buralar daha sonra Türkmenlerin elinde kaldı. İran’da Alevi (Kızılbaş) Türkmen devleti devleti kuran Şah İsmail, Tunceli’nin çevresine de hakim oldu. 1514′te çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlılar Tebriz’e kadar girdiler. Bu süreçte Kürtler; Osmanlılara yardım ettiler. Fakat Kemah; Alevilerin elinde idi. Burasını 1515 mayısında zorlu bir kuşatma ile Yavuz Selim ele geçirdi. Bölgedeki Alevilerin son kalesi düşünce buradaki Alevi Türkmenler de Tunceli bölgesine kaçtılar. Böylece; Tunceli’deki Türkmen nüfus yoğunluk kazandı. Bu dönemde Tunceli ve çevresinde Kürtler yoktu. Onlar daha çok İran sınırında bulunuyorlardı. Osmanlılar ile birleşen Kürtler; Kızılbaş Türkmenlere kılıç sallamaya başlayınca; devletin desteği ile Batı’ya doğru yayılma fırsatı elde ettiler. Tarih açıkça gösteriyor ki; Kürt derebeyleri; Doğu Anadolu’daki Alevi Türkmenleri yok etmede Osmanlı Devleti ile işbirliği yaptılar.(Ayrıca bakınız: İdris-i Bitlisi, Kanuni Sultan Süleyman'ın 38 Kürt aşiret beyine fermanı) Farklı bir etnik kökenden gelip bugün Kürtçülük yapan Ahmet Türk; dedesinin daha 20. yüzyılın başlarında Hamidiye Alayı bayraktarı olarak bölgedeki Alevilere ne yaptığını bilmiyor değil. Kürt derebeylerinin ve Osmanlı yobazlarının Alevilere yaptıkları zulmü, Kemalist cumhuriyete yıkmaya çalışanlara ancak cahiller ve ahmaklar inanır.

 Dersim bölgesi Osmanlılar döneminde yağma hareketleri ile öne çıkmıştır. Kurtuluş Savaşı başlatılırken bu bölgede Koçkırı isyanı patlak verdi. Sivas’ın doğusundaki ve Dersim’in batısındaki Alevi aşiretlerin yer aldığı bu ayaklanmadaki amaç; bağımsız bir Kürt devleti kurmak idi. Bu gerçeği öğrenmek isteyenler, mutlaka; Baytar Nuri diye bilinen Dersimli Veteriner Mehmet Nuri’nin yazdığı Kürdistan Tarihinde Dersim isimli kitabı okumalıdırlar. Baytar Nuri; sıkı bir Kürtçüdür ve Kürdistan Teali Cemiyeti üyesidir. Kitabında, Türklere etmediği hakaret kalmamıştır ve yazdıklarını ‘İntikam, intikam, intikam!’ çığlıkları ile bitirmektedir. Kendisine, Koçkırılı Alişer yardımcı olmaktadır. Bu ikili Seyit Rıza’yı da yönlendirmektedir.

Türkiye, işgal edilmiş; Ankara’da yeni bir Meclis kurulmuştur. Yunan ordusu Batı Anadolu’dan Bursa’ya doğru işgalini sürdürmektedir.

 İşte tam bu sıradaki durumu; Baytar Nuri şöyle anlatıyor: ‘Dersim’e giderek babam ve Seyit Rıza ile görüştüm. Alişer ile işbirliği yapmalarını sağladım. (…) Artık Dersim’de büyük bir kaynaşma başlamış ve Ankara hükümetinden Kürdistan’ın muhtariyetinin kabul edilmesi isteği ileri sürülmüştü. (…) Dersimliler adına mufassal (ayrıntılı) bir rapor tanzim ederek Kürdistan Teali Cemiyeti vasıtasıyla İtilaf Devletleri (işgalci devletler) temsilcilerine gönderdik. (…) bağımsız bir Kürdistan yaratılmasını istedik. (…)336 yılı (1920) başlangıcında Kangal İlçesi’nin Yellice Nahiyesi’nin Hüseyin Abdal tekkesinde önemli bir toplantı yaptırmıştım. (…) toplantıda bulunanların cümlesi ant içerek Sevr Anlaşması’nın takibini ve Diyarbakır, Van, Bitlis, Elaziz, dersim, Koçkırı mıntıkasını ihtiva eden bağımsız bir Kürdistan teşkilini başarmak için silaha sarılmaya ve sonuna kadar savaşmaya tam bir ittifakla karar verdiler. (sayfa 125-126)’
 15 Kasım 1920′de Hozat’ta bir toplantı daha yapılıp Kürdistan’ın tanınması için Ankara’ya ültimatom verilir. Yoksa silahla bu hakkı alacağız diyenler; Batı Dersim Aşiret Reisleri olarak ültimatoma imzalamışlardır. (Aslı için bak: s. 129)
 Ne yazık ki Kuvayı Milliye güçleri Türkiye’yi kurtarmak için Batı’da Yunanlılarla çarpışırken Batı Dersim aşiret reisleri; Seyit Rıza’nın da desteği ile Koçkırı ayaklanmasını başlatmışlardır. Böylece Ankara hükümetini arkadan vurmaya kalkışmışlardır. İşin içinde İngilizlerin olduğunu görmemek mümkün de değildir.
 Kuzeyde Pontusçularla da mücadelenin sürdüğü bir dönemde bu ayaklanma güçlükle bastırılmıştır. İdama mahkum edilenler arasında, kaçaklardan Baytar Nuri ile Alişer olduğu halde; tümü de Atatürk tarafından affedilmişlerdir. Ankara hükümetinin isyanı bastırırken halka dokunulmadığı, Atatürk ve Türk düşmanı Baytar Nuri’nin yazdıklarından anlaşılmasına karşın; günümüzdeki bazı sözde aydınlar; bu operasyonu bile katliam gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Halbuki; ankara hükümeti, 1937 yılına kadar Dersimliler’e gayet hoşgörülü davranmıştır.

 İŞTE SİZE SEYİT RIZA

Bugün, Tunceli halkını kışkırtmak isteyenler; 1937/38 Dersim olaylarını ve bu ayaklanmada başroldeki aşiret reisi Seyit Rıza’yı kullanıyorlar. Seyit Rıza’yı ve 7-8 kadar Alevi aşiret reisini kandırarak Kürdistan için ayaklandıranlar; Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyeleridir. Bunlardan birisi Baytar Nuri, diğeri; Koçkırı isyanının elebaşılarından Alişan’ın torunu Alişer’dir.
 Tunceli bölgesindeki aşiretler; silahlı birlikler oluşturmuşlar; Osmanlı Devleti zamanında da çevredeki karakollara ve garnizonlara saldırmışlardır. Böylece yağma ve çapul eylemlerini yaymışlardır. Seyit Rıza da bu çete reislerindendir. Bu eylemleri yüzünden daha Osmanlı Devleti zamanında idama mahkum edilmiştir.

 İşte size o belge:

 ‘(28/Z /1330 (Hicr”) (08.12.1912) Pazartesi: Dersim’in Yukarı Abbasi (Abbas Uşağı) Aşireti Reisi olub gıyaben idam cezasına mahkum olan Seyid Rıza’nın hukuk-ı şahsiye davası baki olmak üzere afvı. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Dosya No : 156, Gömlek No : 1330/Z-04, Fon kodu : İ,.MMS)’ 

Okuma yazma bile bilmeyen Seyit Rıza; bölgedeki Aleviler tarafından ocak başı da kabul ediliyordu. Ocak kavramının Türklere has olduğu bir gerçek olmasına karşın, Seyit Rıza kendisini Kürt sanıyordu. Bu yüzdendir ki Seyit Rıza, 1921 başlarında başlatılan Batı Dersim aşiretlerinin de yer aldığı Koçkırı İsyanını destekledi. Bu olay Ankara hükümeti tarafından affedildi. Sonraki dönemi Veteriner Nuri şöyle anlatıyor: ‘Dersim fiilen bağımsızdı, idare başkanlığını Seyit Rıza ele almıştı ve Kürdistan adına faaliyetlerine devam ediyordu. (Kürdistan Tarihinde Dersim, s. 132)’
 Seyit Rıza Tunceli merkezi silahlı adamlarıyla işgal ediyor; devlet, araya nasihat heyeti koyuyor; 1924 yılında Hozat’ı basıyor; TBMM’ye nota veriyordu. Bununla da yetinmiyor; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na arka çıkarak cumhuriyet düşmanlarını koruyor. Terikkiperverci Hasan Hayri kaçarak onun korumasına giriyor. (Aynı eser, s. 169) ‘Ağdat denilen Seyit Rıza mıntıkasında Kürdistan bayrağı dalgalanıyordu. (sayfa 163)’

 KÜRT AYAKLANMALARINDA

 Türkiye; İngiltere ile Musul sorununu görüşürken, 1925 yılında Şeyh Sait İsyanı patlak verdi. Seyit Rıza ve diğer Kürtçü Dersimliler; bu eyleme katılmadılar. Çünkü; mezhep tartışması yaşanmış ve Şafii Kürtçülerin tutumu; Dersimlileri kızdırmıştı. Lakin; bunlar Türk ordusunun Dersim’e girmesine karşı çıkmışlardı. Buna karşın Doğu Dersim aşiretlerinden Hıran, Lolan, İzolan, Şuran aşiretleri ise Şeyh Sait kuvvetlerine karşı Türk ordusunun yanında savaştılar. Cumhuriyet hükümeti, 1926 sonunda yeni bir af kanunu çıkartarak, devlete karşı isyan etmiş olanları affetti ve Anadolu’nun ortalarına sürülmüş aşiret önderlerinin kendi yurtlarına dönmelerine izin verdi. Atatürk; Dersim’e 1926 yılında arabulucu olarak Vali Ali Cemal’i (Murat Bardakçı’nı dedesi) gönderdi. Bektaşi olan Ali Cemal; Seyit Rıza’ya onca sözler vermesine karşın etki yapamadı. 1927 yılında Koçan Aşireti ile Elazığ’daki Türk askeri gücü arasında çarpışmalar oldu. 1928 ve 1929′da gelen istihbarat bilgileri; Seyit Rıza ile Kürtçü Hoybun Cemiyeti’nin, İngilizlerin, Sultan Abdülhamid’in oğlunun; Dersim’e bağımsızlık sağlamak için savaşan Alişer’in ilişkili olduğunu gösteriyordu. Buna karşın, cumhuriyet hükümeti zor kullanmıyordu. Yeni Vali İbrahim Tali; 1929′da; Seyit Rıza’yı saldırılardan vazgeçirmek için ona 2 bin lira para ve bir sandık dolusu da hediye bile yolluyor; lakin o, rakip aşiretlerin köylerini basıyor; adamları da karakollara saldırıyordu. Bunlar; Doğu’ya doğru yapılan tren hatlarının da Kürtleri imha için yapıldığını yayıyorlardı (Aynı kitap, s. 223). Sivaslı Murat Paşa’yı öldüren çeteler de ona sığınıyorlar; devlet bu adamları teslim etmesini istiyor ama Seyit Rıza reddediyordu (sayfa 207)
 İş bu kadarla da kalmıyor. Ağrı çevresinde yeni bir Kürt isyanı başlayınca Seyit Rıza ve Keçelan aşireti, isyancıları desteklemek amacıyla 1930′da Erzincan ve Erzurum taraflarındaki Türk garnizonlarına saldırılar düzenliyorlar. (Sayfa 256). Bütün bu saldırganlıklara karşın; cumhuriyet yönetimi; Dersimlileri barış yolundan ikna etmek için 1931 yılında üçüncü kez af çıkartmış ve devlete ve şahıslara karşı bu aşiret reislerinin işlediği suçları affetmişti. Lakin; bunca barışçı önlemler bir işe yaramamıştı.

1936 sonlarına doğru Fransa ile Türkiye Hatay sorunu yüzünden savaşın eşiğine gelince; Dersim’deki Kürtçü aşiretler, Seyit Rıza’nın önderliğinde yeniden saldırgan hale geldiler. Hükümetin buraya genel vali olarak gönderdiği General Abdullah Alpdoğan; barış yoluyla Dersim’i ülkenin bir parçası haline getirmek istedi ama Seyit Rıza buna silahla cevap verdi. Böylece 2 yıl sürecek son çatışmalar başlamış oldu.

 Rıza Zelyut'tan derlenmiştir.

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Shriners: Fesli Masonlar

        Bazı mason localarına bağlı üyelerin kafalarına fes taktıklarını, loca isimlerinin Bektaşi, İslam, Kuran, Medine gibi  İslami isimler seçtiklerini ve aynı zamanda Amerika'daki en etkili mason locası olduğunu söylesem ne düşünürdünüz?

        Türkiye’de olmamasından dolayı(Türk shrinerlar mevcuttur.)  fazla tanınmayan fakat Amerika’daki en büyük mason topluluklarından birisi olan Shriner mason topluluğu İskoç  yada York ritlerinden sıkılmış iki üstat tarafından oluşturmuş bir locadır. Shrine Riti’ni diğer ritlerden ayıran en önemli özellikleri tahmin edeceğiniz gibi kafalarına taktıkları fes ve localarına koydukları isimlerdir.
Shrinerların kullandığı amblem

        1870 yılında 32. ve 33’üncü derecen mason olan  Walter M. Fleming ve William J. Florence tarafından Arabistan’a bir gezi yaptıktan sonra New York’ta kurulmuştur. Esin kaynakları; Orta-Doğu, Anadolu ve diğer İslam dünyasıdır. Oluşturdukları bu rite ise Shrine(Tapınak), üye olanlara Shriner(Tapınakçı) denir. Shriner’ın bir diğer adı ise  A.A.O.N.M.S. yani Ancient Arabic Order of the Nobles of the Mystic Shrine’dır.  Bu bağlamda birkaç bilgi vermek gerekirse;

  1. Yönetim kurularına Divan denir.
  2. Faaliyetlerinde Fes takarlar. 
  3. Localarının isimleri genellikle Osmanlı, Arap ve İslam kültüründe olan isimlerdir. (Örn: Quran, Medinah, Bektash, Muhammed, Osman, Ararat, Alaaddin, Murat vb...) 
  4. Dünya çapında 350,000’e yakın üyesi ve 200’e yakın tapınakları bulunmaktadır.
  5. Birbilerine selam verirken “Es Selamu Aleykum” derler.
  6. Öğretilerinde tasavvuf önem arzeder.
  7. Sloganları “Güç ve öfke/gazap”dır.
  8. Hastaneleriyle ünlüdürler.Kurdukları hastanelerin büyük kısmı çocuk hastanesidir. Ayrıca kendi yaptırdıkları hastanelerde gönüllü olarak çalışırlar.
  9. Hastanelerdeki çocukları kendi eğlendirirler. Yukarıda bahsettiğim gibi diğer ritlerden sıkılan bu iki üstad masonun oluşturduğu bu rite bağlı Shrinerlar kimi zaman minyatür arabalara binerler, kimi zaman palyaço olurlar.  foto1  foto2
  10. Önemli özelliklerinden biri de Shriner olmak için mutlaka Üstad Mason olmak gerekliliğidir. Üstad Mason olmayan kimse bu rite kabul edilmez. Dolayısıyla büyük kısmı yaşlılardan ve masonluğa büyük emek vermiş insanlardan oluşur.
  11. Derece sistemi yoktur. Rite kabul edilmiş herkes  “kardeş”tir.
  12. Eşlerini “Daughters Of The Nile”(Nil Nehri’nin Kızları) adlı kadın mason locasından seçerler. (Örnek:  29’uncu Amerika başkanı Warren G. Harding (görevi başında ölmüştür.) ve  Daughters Of The Nile üyesi olan eşi Florence Harding.)
  13. Toplantılarını yaptıkları binalara "Temples" yani "Tapınak" derler. Tahmin edeceğiniz gibi bu binaların çoğu adeta birer camiyi andırır. Dışı benzemese bile iç mimarisi mutlaka benzer. Örnek foto1 foto2 foto3 foto4

Ayrıca amblemleri de ilginçtir. Ay-yıldız’ın üzerine bulunan Sfenks ve onun havada durmasını sağlayan kılıç. Bu kılıç aslında hepimizin bildiği Hz.Ali’nin kılıcı, Zülfikardır. Hz.Ali’nin güçlü kuvvetli bir insan olduğunu ve iyi bir savaşçı olduğunu biliyoruz. Shrinerlar bu gücü Ali’ye verenin kılıç olduğunu düşünmektedirler ve bu yüzden bu kılıcı sembollerine eklemişlerdir. 

Bu bilgileri verdikten sonra ne kadar güçlü olduklarını anlatayım isterseniz. Aslında Shriner olan ünlü isimleri sizlerle paylaştığımda ne kadar kuvvetli bir loca olduğunu anlamanız için yeterli olacağını düşünüyorum.
Araştırmalarım sonucu çıkardığım bazı ünlü Shrinerların listesi:
 

Warren Gamaliel Harding , 29. Amerika Başkanı
Franklin Delano Roosevelt, 32. Amerika Başkanı
Harry S. Truman, 33. Amerika Başkanı
Gerald Rudolph Ford, Jr. , 38. Amerika Başkanı
 Hubert Horatio Humphrey, Jr. , 38. Amerika Başkanı Ford’un Yardımcısı
His Majesty David Kalākaua I , Hawaii Krallığının son kralı
Leroy Gordon "Gordo" Cooper, Jr., Project Mercury Astronotu
Virgil Ivan "Gus" Grissom , Project Mercury Astronotu
 Edwin Eugene "Buzz" Aldrin, Jr. , Astronot – Ay’a ayak basan ikinci insan
Mel Blanc, "Bugs Bunny”i seslendiren şahıs
Frank Stallone, Jr., Şarkıcı/Sylvester Stallone'nin kardeşi
John Wayne, Oscar ödüllü oyuncu
John Edgar Hoover,  FBI’ın Kurucusu/  40 küsür sene FBI’ın başında durmuştur.
John George Diefenbaker, 13. Kanada Başkanı
Richard Bernard "Red" Skelton, Radyo ve Televizyon Komedyeni
Luther A. Burbank, Horticulturist ve Naturalist
 David Ragan, NASCAR araba yarışcısı
 Tony Cooper, İngiliz Komedyen
Harold Lloyd, Ünlü sessiz sinema aktörü ve komedyen
 Elijah Muhammed,  ABD’de “İslam Ümmeti”  kurucusu
Adamın solundaki
ambleme dikkat


Görüldüğü üzere çok etkili isimlere sahipler. Şuan Amerika Başkanı olan Obama’nın da Shriner olduğunu söyleyenler var fakat herhangi resmini yada belgesini bulamadığımdan listeye ilave etmedim. Fesli foroğrafları ve üzerinde “İslam, Allah vb” isim yazan  cisimler gördüklerini iddia eden bazı Amerika’lı gazeteciler Obama için müslüman olabilir demişlerdi. Bu bağlamda Obama’nın da shriner olması yüksek bir olasılıktır. Bilmediğimiz daha birçok ünlü isim Shriner olabilme olasılığı var tabi.

Bir noktaya ayrıca değinmek istiyorum. Son resimde Elijah Muhammed ismi var. Elijah Muhammed’in kurduğu örgüt, MalcomX’in de uzun zaman için bulunduğu “İslam Ümmeti” olarak bilinen siyahların üstün ırk olduğunu iddia eden "ırkçı" bir örgüttür. Ayrıca kendisini peygamber dahi ilan etmiştir. Birde beyazların üstün ırk olarak gören bir örgüttür vardır. Bu örgütün ismi ise “Ku Klux Klan”dır. Şimdi bu örgütün kullandığı giysiye bakalım.(Sağdaki kukuletalı resim) 


Shrinerlar her alana mutlaka bir şekilde el atmışlardır. Televizyon, radyo, istihbarat, uzay, siyaset, bilim, hertürlü sanayi alanlarında mutlaka bir eli bulunmaktadırlar.
Örneğin; televizyon izlerken shrinerların bize zaman zaman mesaj yolladığını biliyor muydunuz? Bu yazıyı okumayı bitirdikten sonra görmeye başlayacağınıza emin olabilirsiniz. Ülkemizde paranoya haline gelmiş olan İlluminati işaretleri bulma olayına artık birde fes ve üzerinde ay-yıldız arama yada shrine sembolü arama alışkanlığı eklenecek gibi görünüyor. Sizden ricam sizi hem şaşırtacak hemde bilgilendirecek olan şu resimlere bakmanız ;




İlk Shrinerlar
Güç ve öfke/gazap
Güç ve öfke/gazap
İlk Shrinerlar
Hiyerarşi (En üste Shriner, altında Masonlar)
Warren Harding ve diğer Shrinerlar oval ofisteler(beyaz saray)
Gizli ritüellerin yazılı olduğu kitap
George Jessel ve Marilyn Monroe(Kafasında Shrine fesi var)
Tomb Stone filmi (1993)
Man of the Moon (1999)
Kiss Me Stupid (1964)
Big Fish (2003)
The Simpsons
Family Guy'dan Stewie
The Simpsons
Sünger Bob
Gravity Falls'tan Stan


Shriner'a üye olduğuna dair belge örneği