14 Eylül 2012 Cuma

Vahdettin'in İngilizlere Sığınması!


Vahdettinci yazarlarca, "Kurtuluş Savaşı kahramanı" olarak gösterilen Padişah Vahdettin, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından derin bir üzüntüye kapılmış, Türk ulusunun kazandığı bu zaferden fena halde rahatsız olmuştur. Bu öyle bir rahatsızlıktır ki, Padişah Vahdettin, yapılan tüm önerilere karşın Mustafa Kemal Atatürk'e "kutlama telgrafı" göndermeye karşı çıkmıştır.

Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra Sadrazam Damat Ferit, 22 Ekim 1922'de İngiliz polislerinin koruması altında Orient Ekspresi ile Avrupa'ya kaçarak Fransa'nın Nice şehrine yerleşmiş ve İstanbul'un kurtarıldığı 6 Ekim 1922'de orada ölmüştür.

Sadrazam Tevfik Paşa, 5 Kasım 1922'de görevinden çekilerek yönetimi İstanbul'da bulunan TBMM temsilcisi Refet Paşa'ya bırakmıştır.

Damat Ferit'in ve işbirlikçilerin kaçarak İngilizlere sığınması, saltanatın kaldırılması, Tevfik Paşa'nın istifa ederek İstanbul'u TBMM temsilcisi Refet Paşa'ya bırakması, İzmit'te Ali Kemal'in linç edilmesi, İstanbul'da tramvaylara "Kahrolsun Vahdettin" yazılması ve gibi gelişmeler Padişah Vahdettin'i korkutmaya başlamıştır.

"Büyük zafer İstanbul'da büyük şenliklerle kutlanıyordu. Halk gündüzleri meydanlara toplanıyor, her yerde heyecanlı nutuklar söyleniyordu. Padişaha karşı yer yer en ağır sözler sarf ediliyor, hakaretler yağdırılıyordu. Aynı gün kalabalık bir grup Yıldız Sarayını önüne gelerek padişahlık aleyhine gösteriler yapmıştı. Mevlit gecesi ise tramvayların üzerine tebeşirle, 'Kahrolsun Vahdettin' sözleri yazılıyordu. Saraydaki görevlilerin, memurların çoğu korkudan gelmiyordu."[1]

---------------------------------------------------------------------------

Vahdettin 6 Kasım 1922'de İngilizlerle 3 saat süren bir görüşme yapmıştır. Vahdettin bu görüşmede, Bolşevik olarak tanımladığı Kemalistlerin bir azınlık oluşturduklarını, bunun bir Kemalist darbe olduğunu ve İtilaf devletlerini de ilgilendirdiğini iddia ederek, İtilaf devletlerinin Ankara hükümetinin meşruluğunu tanıyıp tanımayacaklarını, barış sonuçlanıncaya kadar Ankara Hükümeti'nin İstanbul'la ilgili iddialarını kabul edip etmeyeceklerini ve İstanbul'u sıkıyönetim altına alıp almayacaklarını sormuştur.[2]

Bu sırada İngilizler bir kere daha Padişah Vahdettin'i kullanmayı denemişlerdir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Ronald Lindsay, 6 Kasım1922 kaleme aldığı bir yazıda şöyle demiştir:

"Fırsattan yararlanarak Padişaha Kıbrıs'ta siyasi barınak önersek veya ona görevinden istifa etmemesini telkin ederek, İslam ülkelerinin gözünde saygınlığımızı yükseltme olanağını incelemekte yarar olabilir. Halifenin, İngiltere tarafından Türkiye'deki ulusçulara ve cumhuriyetçilere karşı korunması, Hindistan ve öteki İslam ülkelerinde pek etkili olabilir."

İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Crowe, bu öneriyi şöyle yorumlamıştır: "Padişaha siyasi barınak verme önerisi dikkatle incelenmelidir. Ona barınak olarak belki Hindistan'ı önerebiliriz; ama bu denli bir öneri Hindistan'da Halifeye karşı bir soğukluk yaratabilir."

L. Curzon da bu konuya kafa yormuştur: "Padişaha siyasi barınak veririm; ama ona bu nerede verilebilir? Lütfen bu konuyu tartışınız."[3]

Bu yazışmalardan açıkça görüldüğü gibi İngiltere, kaçacak delik arayan, kullanılmaya çok müsait bir durumda bulunan Padişah Vahdettin'i, daha doğrusu Vahdettin'in "Halifelik" yetkilerini kullanmak istemiştir. Halifenin, özellikle Hindistan'daki Müslümanların ayaklanmalarının bastırılmasında işe yarayacağını düşünen İngiliz yetkililer, bir ara ciddi ciddi Vahdettin'i Hindistan'a götürmeyi düşünmüşlerdir. Ama yine karşılarına Mustafa Kemal Atatürk çıkmıştır; çünkü biraz incelediklerinde Hindistanlı Müslümanların halifeden çok Atatürk'e bağlı olduklarını görmüşlerdir. Kurtuluş Savaşı'ndaki kahramanlığından dolayı Mustafa Kemal Hindistan'da, "Allah'ın kılıcı!", "İslamın son mücahidi!" gibi adlarla anılmakta ve büyük saygı görmektedir.[1]

Bu gerçeği, Hindistan Kral Naibi, 10 Kasım 1922'de Hindistan Bakanlığı'na bir gizli telgrafla şöyle bildirmiştir: "Padişahın halifeliği dışında, kendisi Hindistan'da pek az tanınmıştır ve Türkiye'nin işgali sırasında, onun İngilizlerin aleti olduğundan kuşkulanılmaktadır. Dolayısıyla, genel eğilime göre onun tahttan indirilmiş olması Hindistan'da ilgisizlikle karşılanmıştır. Mustafa Kemal ise ülkesinin kurtarıcısı ve İslamın şampiyonu olarak görülmektedir." [4]
--Aslında burdan şöyle bir sonuçta çıkıyor: İngilizler halifeliğin kaldırılmasını istiyor şeklindeki görüş burda çökmüş oluyor. Çünkü görülüyor ki halife onlar için çok değerli "Hindistan'a götürelim" yada "Koruma altına alıyormuş gibi yapıp, saygınlık kazanabiliriz." gibi görüşler halifeliğin kaldırılmasının İngilizler için ne kadar hassas olduğunu gözler önüne sürüyor.--

Vahdettin'in Kaçışı! Yurtdışındaki İhanetleri! ABD Başkanı'na Yazdığı Mektup! ve Sefaleti!
İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington, Padişah'ın yaveri Fahri Engin'le görüşerek Vahdettin'e şu mesajı göndermiştir:

"Vaziyet Türkiye'de gittikçe fena bir şekil alıyor, Padişah isterse, kendisini Malaya gemimizle, Malta'ya nakledebiliriz. Durum düzelince memleketine dönerler. ."

Fahri Engin, Harrington'un bu mesajını Vahdettin'e iletirken Fddişahı şöyle gözlemlemiştir: "Padişah beni iç mabeyn dairesinde kabul etti. Arkasında ropdöşambr vardı, yüzü tıraşlı, üzgün. Teklifi dinledi. Sonunda hiçbir şey söylemedi, sadece 'gidebilirsiniz' dedi. Benimle ikinci bir temas olmadı. Fakat Padişah'ın eşlerinden birinin erkek kardeşi olan Yarbay Zeki'nin, bu işler hakkında Harrington'la temasta olduğunu öğrendim."

Tahtını ve tacını istemeyerek bırakmak zorunda kalan Vahdettin, 16 Kasım 1922'de İstanbul İşgal Orduları Komutanı General Harrington'a, "İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devletine sığınır ve bir an önce başka bir yere götürülmemi talep ederim efendim. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin." diye kısa bir mektup yazarak, İngilizlerden sığınma talep etmiştir.

Vahdettin'in Türkiye'den kaçarken, gerek Harrington'a yazdığı mektubu "Müslümanların halifesi Mehmet Vahdettin" olarak imzalaması ve gerekse halifelik makamından istifa etmediğini açıklaması, onun "halifeliği" kullanmak istediğini göstermektedir. Kurnaz Padişah, İngilizlerin kendisini, "halifelik" sıfatı nedeniyle koruduklarını iyi bildiğinden bu sıfata sıkıca sarılmışa benzemektedir. Nitekim daha sonra "Kral Hüseyin'in kendisini davet ettiğini" söyleyerek Malta'dan Mekke'ye gitmesi, oradan da yine Müslümanların yaşadığı Mısır, Ürdün veya Kıbrıs'a geçmek istemesi, onun halifeliğin gücünü kullanarak ayakta kalmaya çalıştığını göstermektedir. Turgut Özakman'ın dediği gibi, "Düşmana sığınan, yani resmi esareti kabul eden bir halifenin halifeliği devam eder mi? Tabii ki etmez!" Ama "Büyük vatan dostu Sultan Vahdettin Han (!)" onursuzca vatanını terk ederken, "Ben hâlâ halifeyim!" diyerek, kendi canını koruma pahasına onu kullanmak isteyen İngilizlere büyük bir koz vermiştir.

Vahdettin, halifelik zırhına sıkıca sarılırken devreye giren Atatürk ve TBMM, 18 Kasım 1922'de üzerinden halifelik sıfatını kaldırıp onun yerine Abdülmecit Efendi'yi halife olarak seçmiştir. Vahdettin'in halifelikten uzaklaştırıldığına ilişkin fetvayı Seriye Vekili Vehbi Hoca yazmıştır.

Böylece halifelik zırhını da kaybeden Vahdettin savunmasız, çırılçıplak adeta ortada kalmıştır.

Hainliğinin farkında olan Vahdettin, yaptıklarının hesabını veremeyeceğini düşünerek, ülkeden kaçmıştır. "Müslümanların halifesi" sıfatını taşıyan Vahdettin, İngilizlere sığınırken hain Mustafa Sabri'ye yazdırıp yayımladığı "Beyannamesinde" vatanını terk edip İngilizlere sığınmasını, bu onursuz davranışını, hiç utanıp sıkılmadan Hz. Muhammed'in "hicreti" ile özdeşleştirebilmiştir:

"Müvekkil-i Zişan olduğum peygamberin hicret sünnetini izledim" diyen Vahdettin beyannamesinin bir yerinde de, "Beni haksız yere ihanetle suçlayanlar, saltanatla hilafeti ayırarak saltanatı Muhammediye'yi yıkmış, sadece vatanlarına değil, İslama da ihanet etmişlerdir!" demiştir.

Vahdettin'in bu beyannamesini inceleyen İlahiyatçı Prof Yaşar Nuri Öztürk şu değerlendirmeyi yapmıştır:

"Dikkat edilirse Vahdettin, Hz. Peygamber'in sıfatının başına bir Hz bile eklemezken, kendisinden 'zişan' (şanlı, şerefli) diye söz ediyor. Hem de Cenab-ı Peygamber'in isminin tam yanında. Halbuki İslam terbiye ve geleneği, o ifadede 'zişan' sıfatının Hz. Peygamber'e verilmesini gerektirir."

Gözleri kör olmuş, kalpleri mühürlenmiş Vahdettinci yazarlar da Vahdettin'in Türkiye'den kaçıp İngilizlere sığınmasını, hiç utanmadan, "hicret" olarak yorumlama aymazlığını göstermişlerdir.

Vahdettin'in bu korkakça ve onursuzca davranışını Hz. Muhammed'in hicretiyle bir tutmak, her şeyden önce Hz. Muhammed'e yapılmış büyük bir saygısızlıktır.


[1] Sinan Meydan , Cumhuriyet Tarihi Yalanları
[2] Gotthard Jaeschke , Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri
[3] FO 371/17910/E , 12293 İngiliz Arşivi
[4] FO 371/17913/E , 12699 İngiliz Arşivi

15 yorum:

  1. hangi halife müslümanlaı esir eden bir millete sğınmıştır?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. cevabı çok basit.. Halifeyi takmıyorlardı ki! 2. abdülhamid de cihat ilan etmişti fakat çok küçük bir grup (Osmanlı devleti dışından) buna uymuştu..

      Sil
  2. boktan bi yazı, baştan sona yalan yanlış bilgiler, düzeltme yazacaktım ama burda doğru bi şey yok ki neresini düzelteyim hikayesi hesabı gerek bile duymamak lazım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu kadar yalan, yanlış bilgiyi düzeltmek için harcayacağınız zamana yazık olur zaten. Bence de uğraşmamakla en iyisini yapmışsınız.
      Saygılarımla...

      Sil
    2. Beyefendi, kaynak veriyorum. İngiliz arşivi açık, Osmanlı arşivi açık söyleyin neresi yanlış düzelteyim hemen! Çok yanlış var diyorsunuz, hepsini yazmayın lütfederim parmaklarınız zarar görür maazallah, sadece bir hatayı bile bana bildirirseniz hemen müdahale edeceğim. Selametle.

      Sil
    3. Merhabalar,
      Öyle bir yazı ki, çarpıtılmayan bir şey yok. Gerçekten düzeltmek mi istiyorsunuz. Öyleyse Hintli müslümanlar kısmından başlayabilirsiniz. 1.Lozan görüşmesi ve 2.Lozan Anlaşması arasında kalan tarihlerde Atatürk'teki muhteşem değişimi, ve sonrasında ki durumu inceleyebilirsiniz.Hani Atatürk 'ü çok severlermişya. Hilal-i Ahmer i neden Ülkelerinden kovduklar ından başlayabilirsiniz. Hepsi birbiri ile bağlantılı bu olayları inceleyip, gerçekten tarihi çarpışmadan yazmaya niyetli iseniz buradan başlayabilirsiniz.
      Ha İngiliz kaynaklarından bahsetmişsiniz. İngilizlerin Hilafetin gücü sayesinde giremedikleri Hindistan'a girmelerinin önünün nasıl açıldığını da inceleyebilirsiniz. Bu da tüm bu olayların sonuçlarından biridir ve bağlantılıdır. Daha Vahdettin ile ilgili kısma gelmedik bile. Kendi hatalarınızı benim düzeltmemi beklemeyin. Peşin fikirden uzak bir yaklaşımla İnceleyip kendiniz anlayarak düzelttin.Okumaktan zarar gelmez, incileriniz dökülmez. Umulur ki, İnsanlara doğru diye bilgi kırıntılarını çarpıtarak vermekten vazgeçersiniz. Başkaca cevap vermeyeceğim.Saygılarımla

      Sil
    4. Merhaba yorum için teşekkür ederim.
      "Şunu incele, bunu incele" başka bir şey yazmamışsınız. Sizden bir şey istedim sadece yazıdaki bir hatayı bana iletmeniz fazla bir şey değil! Yazının başlığı malumunuz "Vahdettin'in İngilizlere Sığınması" yani konu Vahdettin ve İngiliz ilişkisi. Yazıda çarpıtma varsa kanıtlayın beyefendi, düzelteceğime söz veriyorum!
      Muammer Bey, İngilizler Hindistan'a girdiğinde tarihler 1858'i gösteriyordu, ne Hilafetin gücünden bahsediyorsunuz siz? Hilafetin güçsüzlüğü deseniz daha doğru bir yaklaşım olur. İngilizler, Hindistan'ı yaklaşık 100 yıl sömürdüler haberiniz var mı sizin, maval okumayın bana!? Ayrıca Atatürk'ün değişimi vs söz konusu olduğunu değildir, bu düşüncemi çürütün lütfen!
      Tüm Hindistan Müslüman Birliği ve Pakistan Bağımsızlık Mücadelesinin Önderi aynı zamanda Pakistan'ın kurucusu olan Muhammed Ali Cinnah'ın, Atatürk hakkındaki düşüncelerini "incelerseniz" sevinirim. Selametle.

      Sil
  3. Yazacak bir şey bulamadım desene, bari yalan söyleme. :)

    YanıtlaSil
  4. Padişah'a ve Osmanlı'ya bu kadar yalanı iftirayı atsa atsa Osmanlı düşmanı yunan ingiliz vs atar. bir Türk geçmişi hakkında böyle rezil ifadeler yazmaz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Müslümanım ve Türküm. Bununla da gurur duyuyorum. Sözlerimin arkasındayım, tarihimizle gurur duyduğumuz kadar, tarihimizden dersler de çıkarmalıyız, geçmişle yüzleşmek erdemdir, erdemsizlere de bu ülke teslim edilmemelidir. Okuyun ve çocuklarınıza da okutun ki geleceğimiz hakkında umutvar olalım. Teşekkürler.

      Sil
    2. damat ferit 1923'de öldü,6 ekim 1923 olacak 1922 değil.

      Sil
  5. Mükemmel bir derleme ellerinize emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  6. Hay ulan sövmicem Allah hidayet vrrsin yalan yanlış bilgi okumayın gençler bilinç altınızı etkiler

    YanıtlaSil
  7. Mondros Antlaşması'nın Sonuçları:
    – Osmanlı Devleti fiilen sona ermiştir.
    – İttihat ve Terakki Partisi, adını Teceddüt Partisi olarak değiştirmiş ve kendini feshetmiştir.
    – Ermeniler korumaya alınmış ve doğuda bir Ermeni Devleti kurma zemini hazırlanmıştır (24.madde).
    – Antlaşmanın 7. maddesi Osmanlı topraklarının işgalini kolaylaştırmıştır.
    – İlk olarak İngilizler Musul'u işgal etmiştir (3 Kasım 1918). Ardından Urfa, Antep ve Maraş'a girmişlerdir.
    – İtilaf Devletleri'nin donanmaları İstanbul önlerine gelmiştir.turkeyarena.net (13 kasım 1918).

    YanıtlaSil
  8. Bu mükemmel yazı için size teşekkür ediyorum saygılarımla

    YanıtlaSil