15 Eylül 2012 Cumartesi

Atatürk'ü Vahdettin Yollamış Yalanı ve Mustafa Armağan'a "Hatt-ı Hümayun" Yanıtı

"Vahdettin'in Atatürk'ü Anadolu'ya milli hareketi başlatsın diye gönderdi." iddiasında bulunan kişilerin kaynak veya belge olarak gösterdiklerini bir sıralayalım:

1. "Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin..."

2. Fevzi Çakmak'ın, hanımı Fitnat Çakmak'a anlattıkları...
3. Mustafa Armağan'ın köşesinde yazdığı "Hatt-ı Hümayun"...
4. Vahdettin'in Atatürk'e geniş yetkiler vermesi...
5. Atatürk'ün çok kez Vahdettin ile görüşmüş olması ve Atatürk'e vize vermesi...
6. Mevlanzade Rıfat'ın kitabında yazdıkları...

Mevlanzade Rıfat'ın Yazdıkları:

Aslında herşey Mevlanzade Rıfat'ın dedikleriyle başlıyor. 1929 yılında çıkarmış olduğu kitapta Atatürk'ü Vahdettin'in Anadolu'ya gönderdiğini, Kurtuluş Savaşı'nı Vahdettin'in başlattığını söylüyor. Hatta daha da ileri giderek Vahdettin'i "kahraman" ilan ediyor.
İsterseniz Mevlanzade Rıfat kimdir bi ona bakalım; Mevlanzade Rıfat Efendi dediğimiz kişi, Osmanlı komutanlarına küfreden bir insandır. I.Dünya Savaşına katılan komutanlara "Büyük alçaklar ve haydut başları..." diye hakaret etmiştir.[1] Bunun üzerine Atatürk, Harbiye Nezareti'ne dilekçe vererek cezalandırılmasını istemiştir. Atatürk, "Osmanlı komutanlarına kimse hakaret edemez..." diyerek karşılık vermiştir. Bu dilekçeyi de gazetelerde yayınlatan Atatürk, Mevlanzade Rıfat'ın en büyük düşmanı durumuna gelmiştir.[2] Mevlanzade Rıfat'ın arası Vahdettin ile çok iyidir. Vahdettin San Remo'ya kaçtıktan sonraki ziyaretçilerinden biri de Mevlanzade Rıfattır. San Remo'ya ilk defa 1922'de bir Yunanlı albayla birlikte gelmiştir. Ankara'ya karşı Yunanistan ile anlaşma teklif etmiştir. Bu görüşmeden sonra Vahdettin Mevlanzade Rıfat'a para vermiştir.[3] Ayrıca Mevlanzade Rıfat Kürt Teali Cemiyeti üyesi, önemli bir bölücü politikacı ve yazardır.[4] Lozan'dan sonra 150likler listesinde ismi olduğundan ülkeyi terk etmiştir daha sonra Hoybun Cemiyeti'nin(kürt-ermeni bölücü çete) kurucuları arasında yer almıştır. Bütün "Vahdettin hain değildir" diyen tarihçilerin ana kaynaklarından bir tanesi, Türk komutanlara hakaret eden, Atatürk düşmanı, bölücü bu hainin dedikleridir.

Yazdıklarının çoğu belgelenememiş ve söylentiden ibarettir. Kendi içinde de sürekli çelişen ve birçok mantık hatası bulunan Mevlanzade Rıfat'ın dediklerini dikkate almak saçmalıktan öte birşey değildir.


Atatürk'ün çok kez Vahdettin ile görüşmüş olması ve Atatürk'e vize vermesi...

Aslında bunlar birşeyi kanıtlamaz. Atatürk, İstanbul'a geçirdiği 6 aylık bir sürede kurtuluş yollarını aramış olduğu kanıtlanmıştır. İlk olarak diplomasi yolunu seçen Atatürk, bunu gerçekleştiremeyince Anadolu'ya geçme planları yapmıştır. Diplomatik olarak iki yol izlemiştir;

1. İstanbul'a geldikten 1 gün sonra İngiliz istihbaratına yakın gazeteci Ward Price ile görüşüp kendisini kısaca "Eğer Anadolu'yu vilayetlere bölecekseniz kabiliyetli yöneticilere ihtiyacınız olacaktır. Ben vali olmaya adayım.." diyerek hem bir yandan İngiliz yanlısı göstermek istemiştir. Ayrıca Vali olarak atandığı zaman ise hem geniş yetkileri olmuş olacaktı hemde atandığı vilayetlerdeki jandarmayı komuta altına almış olabilecekti ama gerçekleşmemiştir.


2. İngiliz dostu gözükmek ve hükümet değişikliğine gidilmesi, kendisinin Harbiye Nazırı(Genelkurmay Başkanı) yapılmasını önermiştir: Bir yandan Minber adında bir gazete çıkartıp, İngiliz yanlısı gözüküp diğer komutanlar gibi Malta'ya sürülmekten kendini korumuştur. Bir yandan da hükümet değişikliğini önermiştir. Genelkurmay Başkanı olması orduyu yönetme yetkisi vereceği için bu yolu seçmiştir ama bu da gerçekleşmemiştir.


Diplomatik yollar tükenince Anadolu'ya geçiş planları yapmıştır ve bu doğrultuda birçok asker arkadaşıyla görüşmüş, yeraltı örgütleriyle irtibata geçmiş (Mim-Mim Grubu) ve cemiyetlerin kurulmasına önayak olmuştur. (Trakya Paşaeli Cemiyeti vb.)


----------------------------------------------


"Vizeyi Atatürk'e Kurtuluş Savaşı'nı başlatsın diye Vahdettin verdi." iddiasını aslında Vahdettin kendi ağzıyla yalanlıyor; Şöyle ki, Vahdettin, 1923'te Mekke'de yayınladığı beyannamede Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için seçerek Anadolu'ya göndermediğini, "Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderen kabineye uydum" diyerek itiraf etmiştir.

Vahdettin'e çok yakın olan Başkatip Ali Fuat Bey de anılarında Vahdettin'in Kurtuluş Savaşı'nı planladığına yönelik en ufak bir bilgi kırıntısına bile yer vermemiştir. Anılarında Vahdettin'le ilgili çok küçük ayrıntılara bile yer veren Ali Fuat Bey'in böyle önemli bir noktayı kaçırması imkansızdır.
Vahdettin'in Atatürk'ü Samsun'a gönderdiği zaten bilinen bir gerçektir bunu kimse yalanlamıyor. Zaten bu gerçeği 1926 yılında bizzat Atatürk, Falih Rıfkı Atay'a açıklamıştır.

Atatürk, Damat Ferit Hükümeti'nin, Padişah Vahdettin'in ve İngilizlerin bilgisi dahilinde hatta "İngiliz vizesiyle" Anadolu'ya geçmiştir. Evet! Atatürk'ü Padişah Vahdettin Anadolu'ya göndermiştir! Burada kilit soru şudur? Peki ama niye göndermiştir?


İngilizlerin İsteği!

İngilizlerin emperyalist emelleri açısından Karadeniz bölgesi ve Kafkaslar çok önemlidir; çünkü Kafkaslardaki doğal kaynakları ve Hindistan ticaret yolunu kontrol etmenin biricik yolu bu bölgeyi kontrol etmektir. Kafkaslara ve Güney Asya'ya açılan bir koridor durumundaki Karadeniz bölgesi ve Karadeniz limanları İngilizleri çok fazla ilgilendirmektedir. Bu nedenle İngilizler, 26 Aralık 1919'da Batum'u işgal etmişler ve o bölgedeki 9. Ordu'nun terhisi ve silahların teslimi işlerinin yavaş gittiği gerekçesiyle bu ordunun komutanı Yakup Şevki Paşa'nın görevinden uzaklaştırılıp, yerine emirleri uygulayacak birinin getirilmesini istemişlerdir.[5]
İstanbul hükümeti hiç zaman kaybetmeden İngilizlerin bu isteğini yerine getirmiştir. İngilizler, Ermenilerin yaşadığı doğudaki altı ille de özel olarak ilgilenmişlerdir; çünkü Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 24. maddesine göre bir karışıklık durumunda oralar işgal edilebilecektir.

İngilizler, Mondros Ateşkes Antlaşmasından hemen sonra Kafkaslardan, Doğu illerinden ve Karadeniz'de özellikle Samsun'dan şikayet etmeye başlamışlardır. Mütareke döneminin en huzursuz ve karışık yerlerinden biri Samsun'dur. Bu karışıklığın temel nedeni bölgenin etnik yapısı ve Pontus Rum çetelerinin faaliyetleridir. Rum çetelerine karşı kurulan Türk çetelerinin çatışmaları, mütarekenin başından beri İngilizlerin dikkatini çekmiştir.[6]


İngiliz Calthorpe ve Amet 1918 Kasım sonlarında, "Samsun'da mütareke hükümlerinin henüz uygulanmamış olduğunu ve Hıristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını" iddia etmişlerdir. [5]


İngilizlerin Samsun'a asker çıkarmaları bölge halkının tepkisini çekmiş, 17/18 Mart 1919 gecesi Makineli Tüfek Bölüğü'ne bağlı Teğmen Hamdi Bey, askerleriyle birlikte dağa çıkmıştır.[6]


Teğmen Hamdi Bey'in mücadele etmek için dağa çıkması İngilizler açısından bardağı taşıran son damla olmuş, İngiliz yetkililer, hükümetin bir an önce bölgede asayişi sağlamasını, aksi halde meydana gelecek olayların sonucuna katlanması gerekeceğini belirtmiştir.


İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 21 Nisan 1919'da Osmanlı Harbiye Nazırlığı'na bir nota vermiştir. Notanın içeriği şöyledir:


1 - Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas yörelerindeki ordunun terhis ve silahlarının toplanması işi çok yavaş gitmektedir.

2 - Bu yörelerde, Kars'ta olduğu gibi baştan başa şuralar kurulmuştur.
3 - Bu şuralar, ordunun denetimi altında asker toplamaktadır. Bu gelişmeler o bölgede yaşayan halkı rahatsız etmektedir.
4 - Bu gelişmeler, Ermenistan hakkında verilecek karara karşı koymak için İttihatçı-Jön Türklerce örgütlenmektedir.[7]

Bu İngiliz notasının sonunda Amiral Calthorp'e, "Gereken her türlü önlemin derhal alınmasını, ilgililere emir ve talimat verilmesini, yoksa işin ciddiyet kazanacağını" bildirmiştir.[5]


Amiral Calthorpe, Sadrazam Damat Ferit'e gönderdiği resmi yazıyla yetinmemiş, Padişah Vahdettin'le de görüşerek, "Karadeniz'deki karışıkların bastırılması konusunda" ona da kesin uyarılarda bulunmuştur. Calthorpe, Vahdettin'e, "Yüksek yetkiler sahip askeri bir kurulun, başlarında yetenekli bir generalle derhal görev yerine giderek, o bölgedeki 9. Ordu'yu disiplin altına almasını" söylemiştir.[8] (Atatürk'ün yüksek yetkileri olduğu biliniyor.Bu yüksek yetkilerin verilmesini isteyen İngilizler olduğunu burda öğrenmiş oluyoruz.Yani Vahdettin Atatürk'e "Al sana yüksek yetkiler, git milli hareketi başlat" dememiştir. )


O günlerde Osmanlı yönetiminin en çok dikkat ettiği nokta Paris Barış Konferansı'nda Osmanlının aleyhine kullanılabilecek bir durumun oluşmamasıdır. Bu bakımdan özellikle İngilizlerin memnun olması çok önemlidir. Bu amaçla İngilizlerin 21 Nisan tarihli notasına uygun olarak Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde asayişi sağlayacak önlemler alınmalıdır. Zaman kaybetmeden güçlü bir komutan bölgeye gönderilerek, asayiş sağlanmalı ve Paris Barış Konferansı öncesinde İngilizler memnun edilmelidir.


Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin işte bu düşünceler içinde Atatürk'ü 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu'ya göndermişlerdir.


Atatürk'e verilen görev ve yetkiler şunlardır:


1 - Bölgedeki asayişin düzeltilmesi, asayişsizlik sebeplerinin saptanması.

2 - Silah ve cephanenin biran önce toplattırılıp koruma altına alınması.
3 - Şuralar varsa ve asker topluyorsa, bunun kesinlikle engellenmesi.
4 - Şuraların kapatılması.

Atatürk'e geniş yetkiler verildiği doğrudur. Ancak Vahdettinci yazarların, Vahdettin'in, Atatürk'e bu geniş yetkileri, "gizlice bütün yurtta direnişi örgütlemesi" amacıyla verdiği iddiaları yalandır. Çünkü bu yetkilerin geniş olmasının iki nedeni vardır.


Birincisi, 21 Nisan 1919 tarihli İngiliz notasında sadece Karadeniz bölgesinden değil doğu illerinden de söz edilmektedir. Yani yetkilerin geniş tutulmasının birinci nedeni, doğudan İngiliz notasıdır. İkincisi de bu yetkileri Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla yaptığı görüşme sonunda bizzat Atatürk genişletmiştir.[7]


Atatürk'e mülki (idari) yetkiler verilmesinin nedeni ise, yine İngiliz notasında belirtilen "şuralara" son verebilmesi içindir. Atatürk'ün, bu sivil örgütlere son verebilmesi için, askerler dışında sivillere de emir verebilmesi gerekir.


Peki ama Vahdettin neden bu görev için Atatürk'ü seçmiştir? Neden Atatürk gönderilmiştir?

Öncelikle Atatürk'ü seçen Vahdettin değildir, kendisinin de bizzat itiraf ettiği gibi, Atatürk'ü hükümet bu göreve getirmiş, Vahdettin sadece bu atamayı onaylamıştır. Vahdettin bu atamayı neden onayladı? sorusuna cevap vermeden önce, Damat Ferit Hükümeti neden bu göreve Atatürk'ü seçti? sorusuna cevap verelim.
Bu konuda Atatürk'ün çabaları belirleyici olmuştur. İşgal İstanbul'unda bulunduğu 6 aylık sürede Atatürk'ün kafasının bir köşesinde hep Anadolu'ya geçerek "direniş" başlatma düşüncesi vardır. Bu amaçla İttihatçı yer altı örgütleriyle temas kurarak "Anadolu'ya gizli geçiş planı" üzerinde çalışmıştır.

Mim Mim Grubu'ndan Topkapılı Cambaz Mehmet, Karakol Cemiyeti'nden Yenibahçeli Şükrü Bey ve Yahya Kaptan gibi kişilerle İstanbul'da gizli görüşmeler yaparak "Gebze Kocaeli yolunun" kontrol edilmesini istemiştir. Yaveri Cevat Abbas Gürer, Atatürk'ün Gebze-Koacaeli yolu üzerinden gizlice Anadolu'ya geçmeyi düşündüğünü, bu konuda her türlü hazırlığı yaptığını belirtmiştir.


Bir taraftan Anadolu'ya "gizli geçiş planı" üzerinde çalışan Atatürk, diğer taraftan güvendiği arkadaşlarıyla Şişli'deki evde görüşmeler yaparak bir "kurtuluş planı" hazırlamıştır. İşte bu görüşmeler sırasında hükümetteki ve genelkurmaydaki nüfuzlu arkadaşlarını devreye sokarak müfettişlik görevini almayı başarmıştır. Şöyle ki, Atatürk yakın arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa aracılığıyla Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey'le tanışmış, ve birkaç kere Şişli'deki evde Mehmet Ali Bey'le görüşüp nabzını yoklamıştır. Daha sonra da Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Avni Paşa'yla diyalog kurmuştur. Sonra da yaveri Cevat Abbas aracılığıyla Harbiye Nazırı Şakir Paşa'yla temas kurmuştur. Ayrıca daha önce değişik cephelerde birlikte mücadele ettiği Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla irtibata geçmiştir. İşte Atatürk, hükümetteki bu tanıdıklarını kullanarak Damat Ferit'e ulaşmıştır. İngilizlerin hükümete ültimatom verdiği günlerde Damat Ferit, "Acaba Anadolu'ya kimi göndersek?" diye düşünürken devreye giren Mehmet Ali Bey'in, Damat Ferit'e telkinleri sonrasında ve Avni Paşa, Şakir Paşa ve Kazım İnanç Paşa'nın onayıyla, görev Atatürk'e verilmiştir. Ancak Damat Ferit çok temkinlidir, önce Atatürk'le birkaç görüşme yapmış, hatta onu İngilizlere bile sormuş, hükümete ve padişaha bağlılığına kanaat getirince Atatürk'ü 9. Ordu Müfettişliği görevine getirmiştir.


Bu sırada Atatürk, genelkurmaydaki güvendiği arkadaşları Kazım Paşa ve Fevzi Paşa'dan yardım istemiştir.


Örneğin Fevzi Paşa, İngilizlere, bu karışıkları ancak Atatürk'ün önleyebileceği konusunda telkinlerde bulunmuştur.[9]


Osmanlı Ordusu'nun önemli isimlerinden olan ve Samsun'a çıkmadan önce anlaştığı kişilerden biride Ali Rıza Paşa'dır. Gelin şimdi Avlonyalı Cemalletin Paşa'ya kulak verelim: "Mustafa Kemal'i eniştrem Ali Rıza Paşa tanıyordu. Hareket Ordusu ile onun yanında bulunmuştum. Ali Rıza Paşa, Mahmut Şevket Paşa'nın kurmay başkanı idi. Balkan Harbi'ne de girmiş bulunna Ali Rıza Paşa, Mustafa Kemal'i, hareketli, hesaplı bir subay olarak pek beğenirdi. Bu ilk görüşmemiz gecesinde geç vakitlere kadar Mustafa Kemal'in sohbetlerine doyamadık. Bize çok şeyler söyledi. Çok mühim görüşmelerden söz etti. Ona doyamadan ayrıldık. Bu konuşmadan sonra Ali Rıza Paşa'yı gördüm.Bana gizlice bir haber verdi. "Çok mühim söylüyorum, lütfen kimseye bahsetmeyin" dedi. "Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçiyor." Şaşırmıştım. "Nasıl?" dedim, "bir maksatla mı?" "Evet" dedi. "Kendisini tayin ettiriyor; fakat maksadı başka, orada bir direniş cephesi hazırlayacak"....[10]


Yani Atatürk kendisini tayin ettirmiştir...


Atatürk'ün İstanbul'da kaldığı 6 ay boyunca izlediği politikalar ve  "stratejik İngiliz politikası" da buna eklenince, Atatürk'ün Anadolu'ya gönderilmesine İngilizler de itiraz etmemiş, hatta ona vize bile vermişlerdir.


-----------------------------------


 Mustafa Armağan'ın köşesinde yazdığı "Hatt-ı Hümayun"

Mustafa Armağan diyor ki: 14 Eylül 1919 tarihli nüshada,  çeken "Üçüncü Ordu Müfettişi, Yaver-i Hazret-i Şehriyarileri Mustafa Kemal", çekilen kişi "Zat-ı Şahane" yani Sultan Vahdettin, çekildiği yer Havza. Tarih 14 Haziran 1919.
Burada Mustafa Kemal Paşa, son görüşmelerini hatırlatıyor padişaha ve şöyle diyor: "Huzurdayken İzmir'in işgali karşısında "pek mahzun olan" kalbinizin "bu nokta-i necâta ait ilhamatı"nı, yani ülkenin sizin öncülüğünüzde millî mukaddes bir kudretle kurtulacağına dair verdiğiniz ilhamları şu an gibi hatırlıyorum. Sizin benim fikrimi çelmenizden aldığım imanın azmiyle görevime devam ediyorum.İstanbul'da iken milletin bu kadar kuvvetli ve az vakitte felaketlerden bu derece müteyakkız [uyanmış] olduğunu tahayyül edemezdim. Uyanmış olan millet, milletin ve devletin bağımsızlığı ile saltanat ve hilafetin yüce haklarını desteklemek için sağlam bir kararlılık ve imanla donanmış durumda."
Bu kısaltılmış metninden yola çıkarak Mustafa Armağan "milli hareket" emrini Atatürk'e Vahdettin'in verdiğini söylüyor... [11]

Şimdi bu metni deşifre edelim: İlk olarak Atatürk bu telgrafı, 14 Haziran 1919 da çekiyor. Yani Samsun'a ayak bastıktan hemen hemen 1 ay sonra... Görevi neydi? Asayişin düzeltilmesi, silahların toplanması ve şuraların kapatılması... Yola çıkmadan önce Atatürk'ün hilafeti koruyacağına, saltanata bağlı olduğuna dair yemin bile ediyor. Bu telgraf kısaca Vahdettin'e bağlı olduğunu, milletinde hilafete ve saltanata saldırı olduğunun farkında olduğunu söylüyor. 
Mustafa Armağan ne yazmış bir daha okuyalım: "Burada Mustafa Kemal Paşa, son görüşmelerini hatırlatıyor padişaha ve şöyle diyor: Huzurdayken İzmir'in işgali karşısında "pek mahzun olan" kalbinizin "bu nokta-i necâta ait ilhamatı"nı, yani ülkenin sizin öncülüğünüzde millî mukaddes bir kudretle kurtulacağına dair verdiğiniz ilhamları şu an gibi hatırlıyorum. Sizin benim fikrimi çelmenizden aldığım imanın azmiyle görevime devam ediyorum." 
İzmir'in İşgali 15 Mayıs 1919, Atatürk'ün Bandırma Vapuru'na binmesi 16 Mayıs 1919'dur. Burdan anlaşılıyor ki "Mustafa Kemal Paşa, son görüşmelerini hatırlatıyor... " ve " İzmir'in işgali karşısında "pek mahzun olan" kalbinizin.."cümlelerinden yola çıkarak o son görüşmenin 15 Mayıs 1919 da yapılan görüşme olduğunu anlıyoruz. Şimdi gelin 15 Mayıs 1919'da Atatürk ve Vahdettin Yıldız Sarayı'nda yaptığı o konuşmaya bakalım:

"Paşa, Paşa Devleti kurtarabilirsin!"


Atatürk, bu görüşmenin detaylarını 1926 yılında Falih Rıfkı Atay'a anlatmıştır:



Şimdi Atatürk'e kulak verelim: "Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda Vahdettin'le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağına dirseğini dayamış olduğu bir masa, üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi'ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordolarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı'na doğrulmuş! Manzarayı görmek için başımız sağa sola çevirmek yeterliydi. Vahdettin, unutamayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
'Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. (Elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti.) tarihe geçmiştir.' (O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükunla dinliyordum). 'Bunları unutun' dedi. 'Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir; Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!
"[12]


Başka bir açıdan, Vahdettin'in, ağzından dökülen, "Paşa Paşa devleti kurtarabilirsin" cümlesini, "Vahdettin'in Atatürk'ü gizli bir planla Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için Anadolu'ya gönderdiği" biçiminde yorumlayanlar da vardır. Evet, aslında Vahdettin'i tanımasak ve Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'daki Milli hareketi yok etmek için yaptıklarını, ayrıca İngilizlerle nasıl gizlice anlaştığını bilmesek, ben de bu sözleri "Vahdettin'in, Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için Anadolu'ya gönderdiği" biçiminde yorumlayabilirdim. Ancak bütün bu gerçekleri bilen biri olarak bu kadar iyi niyetli olamayacağım.


Bu tür iddialarda bulunanlar Atatürk'ün Vahdettin'in bu sözleri hakkındaki yorumunu nedense görmezden gelmişlerdir.


Atatürk'ün, Vahdettin'in bu sözleri hakkındaki yorumunu ve görüşmenin sonraki aşamalarını yine Atatürk'ün anılarından takip edelim:
"Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki, ecnebi hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mıydı? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahminle başka bahislere girişmeyi tehlikeli buldum. Kendisine basit cevaplar verdim:
'Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim.Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.'
Söylerken kafamdaki bulmacayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, eğilimlerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim?
Memleketi kurtarmak lazımdır. İstersem bunu yapabilirmişim! Nasıl hemen hüküm veririm:
Vahdettin demek istiyordu ki, hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanak noktamız, İstanbul'a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tutuklarsam Vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım.
'Merak buyurmayın efendimiz! Nokta-i nazar- şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım!
'Muvaffak ol!' hitab-ı şahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çıktım.
Naci Paşa, Padişahın yaveri, fakat benim hocam, derhal benimle buluştu. Elinde ufak muhafaza içinde bir şey tutuyordu. 'Zat-ı Şahane'nin ufak bir hatırası' dedi. Kapağın üzerinde Vahdettin'in inisiyalleri işlenmiş bir saatti. 'Peki, teşekkür ederim' dedim, yaverim aldı.
Sonra sanki Yıldız Sarayı'ndan çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizlemek, saklamak ister gibi ihtiyatla, ayaklarımızın pıtırtısını işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık." [12]


Anlaşılıyor ki Vahdettin'in kurtuluş planı, "düşmana karşı silahlı direniş" değil, "düşmanın merhametine sığınmaktır." Vahdettin, özellikle Paris Barış Konferansı'nın arifesinde, İzmir'deki kanlı olaylardan dolayı Batı kamuoyu da Türkiye'nin lehine dönmüşken, İngilizleri memnun ederek, onların bir dediğini iki etmeyerek İngiliz desteğini arkasına aldığı takdirde işgallerin sona ereceğini ve devletin kurtulacağını düşünmektedir. Yani Vahdettin'e göre "devletin kurtuluşu" İngilizleri memnun etmekle mümkündür. O sırada İngilizleri memnun etmenin biricik yolu ise, İngilizlerin 21 Nisan tarihli notası doğrultusunda Anadolu'daki karışıklıkları önlemektir. Ayrıca Vahdettin tek "kurtuluş planının" İtilaf devletlerine güvenmek olduğunu anılarında açıkça itiraf etmiştir:
"Devlet tehlikede ve İstanbul sallantıda idi. Şahsen müstakil bir siyasetim yoktu, ama kurtuluşumuz için babam Abdülmecit Han'dan miras aldığım İtilaf devletlerine yakınlık politikasını, İngilizlerin zıddına hareket etmemek ve Fransızlarla İngilizleri gücendirmemek şeklinde, uyuşmacı bir siyaseti seçmiştim. Böylelikle anlaşma olmasa bile hiç olmazsa husumetlerini (düşmanlıklarını), şiddet ve nefretlerini azaltmaya çalışıyordum"[13]


Anlaşılıyor ki Atatürk, Vahdettin'e Samsun'a ayak bastıktan sonra "görevimi yerine getiriyorum herhangi bir sorun yok" anlamı taşıyan yani Mustafa Armağan'ın bahsettiği telgrafı yollamıştır.


--------------------------------------------


Vahdettin ile Atatürk'ün "devletin kurtuluşundan" anladıkları çok farklı şeylerdir. Vahdettin'in "devletin kurtuluşu" yöntemi, İngilizleri memnun etmek ve onların desteğini almak biçimindeyken; Atatürk'ün "devletin kurtuluşu" yöntemi, bütün düşmanlara karşı mücadele ederek tam bağımsızlığı elde etmek biçimindedir. Ayrıca, Vahdettin, "devletin kurtuluşu" derken aynı zamanda kendi tahtı ve tacını kastederken, Atatürk, "devletin kurtuluşu" derken, ulusun egemenliğini kastetmektedir. [7]
Atatürk, Samsun'a çıkıp, kafasındaki "kurtuluş planı" doğrultusunda direniş hazırlıklarına başlayınca İngilizler, Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin'den "Atatürk'ü bir an önce İstanbul'a geri çağırmalarını istemişler", bu doğrultuda hemen harekete geçen Damat Ferit ve Padişah Vahdettin, birkaç defa Atatürk'ü İstanbul'a geri çağırmışlar, ancak Atatürk bütün bu çağrılara olumsuz cevap vererek, gerekirse "sine-i millette bir ferdi mücahit olarak" mücadelesini sürdüreceğini bildirmiş ve istifa etmiştir. Bunun üzerine Padişah Vahdettin, 8 Temmuz 1919'da Atatürk'ün müfettişlik görevine son vermiştir.


--------------------------------


Mustafa Armağan'ın köşesine taşıdığı "Hatt-ı Hümayun" dan devam edelim. Mustafa Armağan'ın yazdığına göre bu telgraf 14 Eylül 1919'da "İrade-i Milliye" gazetesinde yayınlanmış yani bütün millet öğrenmiş. Çok değil 6 gün sonra yani 20 Eylül 1919'de Vahdettin bir Beyanname yayınlıyor. Mustafa Armağan'ın yorumuna göre bağımsızlık isteyen bir Padişahın böyle bir Beyanname yayınlaması çok çelişkili. Beyanname dikkatle okunduğunda Padişah Vahdettin'in "düşmana karşı direnişten" değil, çok yumuşak bir üslupla "düşman karşısında sessiz kalmaktan" söz ettiği görülmektedir. İşgallere üzüldüğünü, devlet ve milletin haklarını korumak için çaba harcamanın doğal olduğunu belirten Vahdettin, sözü döndürüp dolaştırıp, Milli hareketin gereksizliğine getirmiş; Avrupa kamuoyunun lehimize döndüğünü, Mebusan meclisi seçimlerinin zamanında yapılabilmesi ve barış konferansından olumlu bir sonuç alınabilmesi için "Milletin her ferdinden bu günkü durumun nezaketini takdir ederek sessizlik ve soğukkanlılığını korumasını, kanunların hükümlerine ve hükümetin emirlerine uymasını, düzen ve asayişi bozacak hareketlerden sakınmasını" istemiştir. Padişah Vahdettin'in beyannamesinin sonundaki şu cümle onun politikasını özetlemektedir: "Büyük devletlerin adalet ve insaf duyguları ile gerçekleri gittikçe anlayan Avrupa ve Amerika kamuoyunun yumuşaması da bu umudumu belgelendirmektedir."
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin'in umudu, halkın sessizlik içinde büyük devletlerin "adalet" ve "insaf" duygularına güvenmesidir.


Vahdettin'in Milli hareket karşıtı bu beyannamesinin halkı olumsuz etkilememesi için harekete geçen Atatürk, bazı tedbirler almıştır. Fakat Atatürk'ün bütün tedbirlerine karşın padişahın beyannamesi bazı yerlere ulaşmıştır.[7]


-----------------------------------------------


Ayrıca hatırlatma olsun diye İngilizlerle yapılan gizli antlaşmayı da ekleyeyim; Damat Ferit, >8 Eylül 1919<’da “Türkiye’yi kontrol etmelerini istedikleri İngilizlere” Padişahın daha cazip bir teklifini sunmuştur. İngilizler bu teklifi kabul etmişler ve Damat Ferit, Padişah Vahdettin’in temsilcisi sıfatıyla İngilizlerle 12 Eylül 1919’da bir “gizli antlaşma” imzalamıştır. Atatürk bu “Türk-İngiliz Gizli Antlaşması” hakkında Nutuk’ta şu bilgileri vermiştir:
12 Eylül 1919’da Sadrazam Damat Ferit ile İngiliz temsilcisi arasında imzalandığı ve az sonra padişahça onaylandığı ileri sürülen bir gizli antlaşma, Fransızlarca ele geçirilip yayınlanmıştır. Bu belgenin gerçekten var olup olmadığı üzerinde çok tartışılmıştır, ancak o sırada duruma ve hem İngilizlerin, hem de padişahın istek ve düşüncelerine çok uygun olduğu ve bunların kâğıt üzerine dökülmesinden ibaret bulunduğu için gerçek durumun bir ifadesi sayılabilir. Türlü yerlerde yayınlanmış olan ‘antlaşmanın’ metni aşağıda görülecektir. Bu ilk olarak 22 Ocak 1920 günü The New York Gerald Tribune adlı Amerikan gazetesinde çıkmıştır. Daha sonra Ankara Antlaşması adını taşıyan ve 20 Ekim 1921’de imzalanan Türk Fransız antlaşmasının imzalayıcısı, Fransa Mebusan Meclisi’nin Dışişleri Komisyonu sözcüsü Franklin Bouillon, bu belgeyi kendisinin elde etmiş olduğunu, ancak bir Amerikan gazetesinde yayımlanmasının daha etkili olacağını düşündüğünden onu anılan gazeteye verdiğini bizlere söylemiştir ve olayın kesin olarak doğruluğu üzerinde direnmiştir. 12 Eylül 1919 günlü olan metin şöyledir:
1. İngiltere Hükümeti, kendi kumandası altında Türkiye’nin bütünlüğünü ve bağımsızlığını garanti eder.
2. İstanbul, Hilafet ve saltanat merkezi olacak ve Boğazlar İngiltere’nin kontrolüne bırakılacaktır.
3. Türkiye bağımsız bir Kürdistan kurulmasına engel olmayacaktır.
4. Bunlara karşılık Türkiye İngiltere’nin Suriye ve El cezire hâkimiyetini sağlayacak ve hilafete ait manevi kudret ve yetkinin İngiltere’nin lehinde gerek Suriye bölgesinde ve gerekse Müslümanların yaşadığı diğer yerlerde egemen kılınmasını vaat eder.
5. Milli akımların önüne geçebilmek için Türkiye’de yeniden kurulacak olan Meşruti yönetime karşı meydana gelecek olumsuzlukları etkisiz hale getirmek için İngiltere Hükümeti bir zabıta teşkilatı kuracaktır.
6. Türkiye, Mısır ve Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından vazgeçerek, özel ve resmi niteliği olan İngiltere Hükümeti konferansta, Türk temsilcilerinin bu yöndeki arzularını kabul edecektir.
7. Barış şartlarının tekrarından sonra padişah, dördüncü maddedeki özelliği konuşmak için İngiltere Hükümeti’yle ayrıca bir sözleşme imzalayacaktır. Bu sözleşmenin maddeleri gizli tutulacaktır. 
İşbu sözleşme iki nüsha olarak düzenlenip imzalayanlarca kabul edilmiştir.” 

--------------------------------------

Devam edelim, ilerleyen günlerde Atatürk kafasındaki "kurtuluş planı" doğrultusunda direniş hazırlıklarına başlayınca İngilizler, Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin'den "Atatürk'ü bir an önce İstanbul'a geri çağırmalarını istemişler", bu doğrultuda hemen harekete geçen Damat Ferit ve Padişah Vahdettin, birkaç defa Atatürk'ü İstanbul'a geri çağırmışlar, ancak Atatürk bütün bu çağrılara olumsuz cevap vermiştir. Bunun üzerine Sivas Kongresi sonrası 30 Eylül 1919'da Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa ettirilerek, yerine 2 Ekim 1919'da Ali Rıza Paşa Hükümeti kurdurulmuştur. Yukarda da yazmıştım, Ali Rıza Paşa Atatürk'ün yakın arkadaşı ve Atatürk'ün "milli hareket" başlatacağını biliyor. Ali Rıza Paşa Hükümeti 6 ay kadar iktidar kalabiliyor. Atatürk bu 6 ay boyunca hükümeti telgraf yağmuruna tutuyor ve sürekli isteklerde bulunuyor. Hatta 20-22 Ekim 1919'da Bahriye Nazırı Salih Paşa, Atatürk ile görüşmek için Anadolu'ya gönderiliyor ve bazı kararlar alınıyor. Ancak Ali Rıza Paşa Hükümeti 3 Mart 1920'de istifa etmek zorunda kalıyor ve yerine kısmen" milli hareketi" destekleyen Salih Paşa Hükümeti kuruluyor ama 1 ay sonra o hükümette istifa ettiriliyor.
Atatürk bu 7 ay boyunca önceden anlaştığı kişiler hükümet kurduğu için az biraz nefes alabiliyor ama Vahdettin yine ne yapıp ne edip yine 4 Nisan'da "katıksız İngilizci" olan Damat Ferit Hükümetini kurdurtuyor.


Damat Ferit'in ikinci kez sadrazamlığa getirilmesine karşı çıkan Meclisi Mebusan Başkanı Hüseyin Kazım Bey'in, bunun memleket ve saltanat için felaket olacağını söylemesi üzerine Vahdettin sinirlenerek, "Ben istersem Rum Patriği'ni de Ermeni Patriğini de getiririm. Hahambaşı'nı da getiririm" demiştir.

Yani Vahdettin bilerek, isteyerek hain Damat Ferit'i sadrazamlık makamına getirmiştir.

Vahdettin eğer gerçekten Anadolu'daki Milli hareketten yana olsaydı, tam 5 kere "vatan haini" Damat Ferit'i sadrazamlığa getirir miydi?
Yani Vahdettin bilerek, isteyerek hain Damat Ferit'i sadrazamlık makamına getirmiştir.

----------------------------------------------

Atatürk, Vahdettin'i Anadolu'ya Davet Ediyor:

İşin bir garip tarafı da şurada; Atatürk, 1920 yılının başlarında Mazhar Müfit Bey aracılığıyla Padişah Vahdettin’i açıkça Anadolu’ya davet etmiştir. Padişahla görüşen Mazhar Müfit Bey, “Efendimizin Anadolu’ya, hatta Bursa’ya kadar teşrifleriyle mesele hallolur...” diyerek Padişahı Anadolu’ya çağırmıştır. Bu çağrıya, “Bana ulu ecdadımın başkentinden firar mı teklif ediyorsunuz?” diye bir soruyla cevap veren Vahdettin’e Mazhar Müfit Bey, “Hayır! Milletin ve vatanın bu sıkışık ve zor zamanında ulu ecdadınız gibi milletin başına geçmenizi teklif ediyorum” demiştir. [14]


Yorumu sizlere bırakıyorum...


-----------------------------------


Fevzi Çakmak'ın, hanımı Fitnat Çakmak'a anlattıkları...



Araştırmacı-Yazar Vehbi Vakkasoğlu, TİMAŞ Yayınlarından 1990 yılında neşredilen “Son Bozgun” adlı araştırmasının birinci cildinde, Mareşal Fevzi Çakmak’ın ağzından Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya milli mücadeleyi başlatması için gönderdiğini yazar. Hatta Mareşal’in bu olayı uzun yıllar sır gibi sakladığını söyler. Kitapta yer aldığına göre Çakmak Paşa, eşi Fitnat Hanım’a ´Fitnat. Öyle birşey biliyorum ki ortaya çıkıp söylememe bugüne kadarki tutumumuz ve davranışlarımız müsait değil. Mecburum, bu sırrı kendimle beraber mezara götürmeğe.” Fevzi Paşa’nın Fitnat Hanım’a anlattıkları şöyle yer alır sözkonusu kitapta: “Mütareke senesinde, bir Cuma selamlığından sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti. “Paşa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu işler anca Anadolu’da teşkilatlanarak kurtarılabilir. Bana Anadolu’da teşkilat kuracak, memleketi şu karanlık durumdan kurtarabilecek Paşaların bir listesini yapıp getirin.” Ertesi Cuma, yine selamlıktan sonra huzuruna girip hazırladığım listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. Sonra yarı kapalı gözleriyle ağır ağır, tane tane konuşmaya başladı:
“Paşa, Mustafa Kemal Paşa hırsız mıdır?”
“Haşa Padişahım.”
“Bir namussuzluğu, ahlaksızlığı var mıdır?”
“Haşa Padişahım.”
“Beceriksiz ve kabiliyetsiz midir?”
“Hayır efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir.”
“O halde bu listeye niçin onun adını yazmadınız?..” Hiç düşünmeden cevap verdim: “Padişahım, Mustafa Kemal Paşa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftarıdır.” Padişah elindeki kağıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı… Ayağa kalkıp pencereye döndü. Limanda demirli İtilaf devletleri (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan) gemilerini göstererek: “Paşa, Paşa… Bu gemileri görmek kanıma dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun… Kendine selamla birlikte tebliğ ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Paşa’yı göreceğim.”

Şimdi asıl soru şu: Vehbi Bey bunu nerden öğrendi?
Fevzi Çakmak'ın anılarında böyle bir olay yok. Fitnat Hanım mı anlatmış? Hayır... Fevzi Çakmak ve eşi bu konuyu konuşurken kulak misafiri mi olmuş? İmkansız... İyi de bunu nerden öğrenmiş.. Belgesi var mı bunun? Yok.. Yani? Yalan..



Kısaca;

1. "Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin..."
2. Fevzi Çakmak'ın, hanımı Fitnat Çakmak'a anlattıkları...
3. Mustafa Armağan'ın köşesinde yazdığı "Hatt-ı Hümayun"...
4. Vahdettin'in Atatürk'e geniş yetkiler vermesi...
5. Atatürk'ün çok kez Vahdettin ile görüşmüş olması ve Atatürk'e vize vermesi...
6. Mevlanzade Rıfat'ın kitabında yazdıkları...

Bunların bir kısmı yalan, bir kısmı çarpıtılmış ve bir kısmı da uydurulmuş olaylardır...


NOT: furkan türk ADLI KULLANICI YORUMLARINI KENDİ SİLMİŞTİR. "Bu yorum yazar tarafından silindi." UYARISI YAZARIN KENDİ YORUMLARINI SİLDİĞİ İÇİN OTOMATİK YAZILMIŞTIR.


[1] Mevlanzade Rıfat , Türkiye İnkilabı'nın İçyüzü
[2] Yeni Gün, Vakit, Alemdar gazeteleri , 25 Mart 1919
[3] Tarık Mümtaz Göztepe , Vahdettin Gurbet Cehenneminde
[4] Uğur Mumcu , Kürt-İslam Ayaklanması
[5] Gotthard Jaeschke , Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri
[6] Sabahattin Selek , Anadolu İhtilali
[7] Sinan Meydan , Cumhuriyet Tarihi Yalanları
[8] Osman Ozsoy , Kurtuluş Savaşı'nın Perde Arkası
[9] Akın Gazetesi
[10] Avlonyalı Cemalettin Paşa'nın Hatıraları
[11] Mustafa Armağan, Zaman Gazetesi
[12] Atay , Atatürk'ün Bana Anlattıkları
[13] Doğan Avcıoğlu , Türkiye'nin Düzeni
[14] FO 371/9118/E, 172 Colonial Office'ten Foreign Office'e


92 yorum:

  1. UNUTMAYIN Kİ M.KEMAL 'ANADOLU 'YA ÇIKTIĞINDA HALKI PADŞAH VE HALİFE ETRAFINDA TOPLAMAYA ÇALIŞMIŞTIR.

    YanıtlaSil
  2. İSTANBUL HÜKUMETİ NİN BAZI TAVIRLARI KARŞISINDA İSE 'KUTSAL HALİFEMİZ EFENDİMİZ HAZRETLERİ NAMAZI EDA ETMEK İÇİN CAMİYE GİTTİKLERİ ZAMAN DAHİ İNGİLİZ ASKERİ TARAFINDAN GÖTÜRÜLÜYOR.BU ACI ŞARTA DÜŞMÜŞ OLAN PADİŞAHIMIZLA ÖZEL TEMAS DA MÜMKÜN OLAMAZ.BU TEMASTAN MİLLET BAĞIMSIZLIĞINI , TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ ,HİLAFET VE SALTANAT MAKAMININ BAĞIMSIZ VE KORUNMUŞ OLMASINI VİCDANİ BİR EMEL SAYMIŞTIR.BUNUN İÇİN BURADA ÇALIŞIYORUZ VE ÇALIŞACAĞIZ.MÜSLÜMANLARI HALİFESİNİN BUNDAN BAŞKA BİR ŞEY DÜŞÜNMESİNE İMKAN TASAVVUR EDEBİLİYORMUSUNUZ? BEN ŞAHSEN HİÇBİR ŞEY DÜŞÜNMEM . ZATI ŞAHANENİN AĞZINDAN İŞİTSEM ZORLAMA VE BASKI ALTINDA OLDUĞUNA HÜKMEDERİM'' DİYOR

    YanıtlaSil
  3. TAMAM DİYELİM Kİ VAHDETTİN GÖNDERMEDİ. PEKİ İSTANBUL'DAN NASIL ÇIKTI AÇIKLAYAN BİR BELGE ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bandırma vapuruyla İstanbul'dan ayrıldı. Görevini yapmak üzere Samsun'a çıktı. Her türlü belgeyi Sadi Borak'ın "Atatürk'ün İstanbul'daki Çalışmaları (1899-16 Mayıs 1919) da bulabilirsiniz."

      Atatürk'ün kimlerle ne konuştuğu, nasıl planlamalar yaptığı vb bütün belgeleriyle ve Atatürk'ün kendi anlatımıyla, tüm açıklığıyla görürsünüz.

      Sil
  4. 24 nisan 1920 Atatürk meclis konuçmasında padişaha çektiği şu telgrafı okuyor..

    Padişah Hazretlerinin devletli mabeyni (Sarayda ,Padişahın yazı ve görüşme işlerine bakan daire, özel kalem kalem.) yüce başkâtibi vasıtasıyla Padişah Hazretlerinin devletli katına:
    Büyük ulusun ve kutsal hilâfetin biricik ve gerçek dayanağı bulunan yüce saltanatınızı Tanrı kötülüklerden korusun? Yüce Padişahım, ülkemizin bu gün uğradığı büyük baskı ve bölünme tahlikesi karşısında ancak yüce varlığınız başta olmak üzere, milli ve kutsal bir kudretin çabası; vatanı, devlet ve milletin bağımsızlığrını şan ve şerefi büyük hanedanının altı buçuk asırlık yüce tarihini kurtarabilir. Çevremizdeki kişiler bu genel kanıda birleşmiştir. Son olarak huzurlarınıza kabul edilmek onurunu kazandığımda, üzücü izmir olayı dolayısıyla hüzün dolu olan kutsal kalbinizden doğan kurtuluşla ilgili görüşleriniz bu gün bile belleğimdeki yerini korumaktadır.
    Bu duygumu açıklamak isterim. İstanbul'dan son olarak ayrılacağım gün bu şerefe kavuşmuştum. Bu sırada Yüce Şahsınız Boğaziçinde bulunan İngiliz donanmasının saraya yönelik toplarını göstererek, "görüyorsun" dediniz. "Ben artık memleket ve milletin , nasıl kurtarılması gerekeceği hususunda kararsızlığa düşüyorum" ve ellerinizi kaldırarak, "inşallah millet akıllanır ve uyanır, bu üzücü durumdan gerek beni ve gerekse kendisini kurtarır" buyurdunuz. Yazımda arz etmek istediğim bu kutsal sözlerdir.
    Hükümdarımızın bu gönül dileğinden esinlenerek kesin kararlı ve inançlı olarak görevime devam ediyorum. Hükümdarımızın emirleri gereği Sadrazam Paşa kulunuzu daima önemli konularda aydınlatmakta ve gereğini arz etmekte ve uygulamaktayım. Şu bir ay içinde Zat-ı Şahanelerinin Anadolu'sundaki hemen bütün il, liva, ilçe ve hudut boylarına kadar olan yerlerdeki milletin durumunu ve tüm kumandan ve memurların düşünce ve çalışmalarını öğrendim ve bilgi edindim. Sonuç olarak açık bir şekilde görülüyor ki, millet baştan aşağı uyanık olup devlet ve milletin bağımsızlığı ve yüce saltanat ve hilâfet hakkının korunması için kesin kararlı ve inançla dolu bulunuyor. İstanbul'da iken milletin bu kadar kuvvetle ve az sürede felâketlerden bu derece etkilenebileceğini düşünemedim.

    Yüce Padişahım! Bu nitelik ve durumda bulunan ve kutsal şahsınıza bağlılık içinde olan temiz milletinize tam anlamı ile güvenilmesi ve bunun karşılığı olarak da gerçekten bu milli ve vicdani kuvvete yardımcı olunması gerekir. Son kutsal buyruklarınız bütün milletin azim ve yiğitliğini artırmıştır.
    Yalnız, üzülerek bildirmek isterim ki, temiz Anadolu halkı, bugünkü zor dönemde bile İstanbul'daki uygunsuz ve nefret uyandıran konulardan ve kışkırtıcı söylentilerden rahatsız durumdadır. Gerçekten İstanbul yöresinin bozulmaya yatkın ahlâkı ve bundan yararlanmayı bilen yabancılar, devlet ve milletin yok olması ve devlet, millet ve padişahına bağlı, özverili hizmet yeteneği bulunan kişilerin ortadan kaldırılması konusunda aşırı bir cesaret gösteriyorlar. ++++

    YanıtlaSil
  5. +++ Yüce Padişahım! Hükümdarları hatırlayacaklardır ki, verilen görevin yerine getirilmesi sırasında, yabancıların ve bazı bozguncuların mutlaka yalanlama ve önleme ihtimallerini daha İstanbul'da sunduğum açıklamalar içinde üstü kapalı şekilde anlatabilmeye çalışmış ve özellikle Sadrazam Paşa ile Devletin bazı önemli kişilerine pek açık olarak anlatmış ve böyle durumlar karşısında Ali İhsan ve Yakup Şevki paşaların düştüğü kötü duruma düşmeyeceğimi eklemiştim. İşte milli vicdanın ciddi izlenimlerini ve meydana. gelen yeni durumları, istilâcı çıkarlarına, zıt gören İngilizler ve vatanın zararına da olsa, İngiliz taraftarlığını meslek edinen zayıf karakterliler, bu kere güçsüzlüklerini ortaya koyarak beni İstanbul'a çağırmak girişiminde bulunuyorlar. Pek şerefli hakanımızdan, milletine, vatanına bağlı ve bu uğurda ölümü hoşgörü ile karşılayan benim gibi bir kumandanın, yüce saltanat haklarına ve milletin ölmezliği ve var oluşuna düşman olanlarla işbirliği yapacağını ummaları kesinlikle beklenemezdi. Bundan dolayı bendeniz Malta'ya gitmek veya en azından iş görmez duruma getirilmek gibi ihtimaller karşısında bırakıldım ve doğal olarak da bunu kabul etmeyeceğim, eğer zorunlu kılınırsam gönül rahatlığı ile memuriyetimden istifa ederek eskiden olduğu gibi Anadolu'da ve millet sinesinde kalacağım; vatan görevimi bu kez daha açık adımlarla sürdüreceğim. Millet bağımsızlığına kavuşsun, saltanat makamı ile yüce ve büyük hilâfet yok olmaktan kurtulsun. Sonsuz bağlılığımın daima artmakta olduğunu bildirerek buna inanmanzı rica ederim.
    Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
    M. KEMAL

    ben bu telgraftan Atatürk ü padişahın, milli mücadele için görevlendirdiğini düşündüm.telgrafta padişaha ve hilafete olan bağlılığından da bahsediyor. bu telgraf konusunda bilgi verirsen memnun olurum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Konuşmanın tamamını okuma teşebbüsünde bulunsaydınız birçok şeyi kavramış olacaktınız.
      Mustafa Kemal, Sadrazamlık Makamına 27 Mayıs 1919 tarihinde şöyle bir telgraf çekiyor:
      "Havas Reuter ajansı, Saltanat Şürasında çoğunluğun düşüncesinin, Türkiye'nin bütünlüğünü koruma şartıyla büyük devletlerden birinin(İngiltere) koruyuculuğunun sağlanması olduğunu yazıyor ve açıklıyordu....bütün kötü sonuçlara karşı en son özveriyi göze alarak milli bağımsızlığımızın korunması konusunda kesin kararlı olan milletin, huzura kavuşması ve savunmasının Hilâfet ve Saltanat makamından gelecek doğru ve samimi bir işarete bağlı olduğu kanısındayım... "

      Çektiği telgraftan sonra Harbiye Nazırı'ndan(Savunma Bakanlığı) "Yüksek emirleriniz altındaki gemilerden biri ile hemen buraya gelmeniz rica olunur." telgrafı geliyor. İstanbul'a dönmek istemeyen Atatürk direkt padişaha 8 Hazian günü sizin yazdığınız(ama eksik) telgrafı çekiyor.

      Telgrafı çektikten sonra Sivas'ta Kongre toplanacağı haberi Atatürk tarafından ilgili yerlere yollanıyor.

      Aradan az bir zaman geçiyor ve 18 Haziran 1919'da İçişleri Bakani Ali Kemal Bey(Vahdettin atamıştır kendisini) bir genelge yayınlıyor. Bu genelgeye göre Yunanistan ile savaşmak isteyenler düşmanımızdır diyor.

      27 Haziran günü Atatürk Sivas'a geliyor ve eline bir genelge veriliyor. Atatürk o günü şöyle anlatıyor: "27 Haziran 1919'da Sivas'a geldim. Görevden alındığım konusunda Ali Kemal Beyin bir genelgesinin daha geldiğini öğrendim. 23 Haziran 1919 tarihli bu şifreli genelgede:
      "İngiliz özel temsilcisinin arzu ve direnmesiyle görevden alındı. Adı anılanın İstanbul'a çağrılması Harbiye Nezaretine ait bir görevdir. Fakat İçişleri Bakanlığının kesin emri; Artık o kişinin görevli olmadığını bilmek ve kendisi ile hiçbir resmi işleme girişmemek ve hükümet işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir" deniliyordu."

      Vahdettin atadığı bütün kişiler Atatürk lehine çalışmıştır. Hatta Damat Ferit'in ikinci kez sadrazamlığa getirilmesine karşı çıkan Meclisi Mebusan Başkanı Hüseyin Kazım Bey'in, bunun memleket ve saltanat için felaket olacağını söylemesi üzerine Vahdettin sinirlenerek, "Ben istersem Rum Patriği'ni de Ermeni Patriğini de getiririm. Hahambaşı'nı da getiririm" demiştir. Yani Vahdettin bilerek, isteyerek hain Damat Ferit'i sadrazamlık makamına getirmiştir.

      Konuşmanın tamamını okursan eğer, senin için daha bilgilendirici olacaktır kanısındayım. Eyvallah.

      Sil
    2. azar yemiş gibi hissettim kendimi,okuduk hepsini, sağol cevap verdiğin için. aklıma takılan bişey var.
      Atatürk istifasını sunduğu telgrafta dahi saltanat ve hilafete olan bağlılığını söylüyor (-Yüce saltanat ve hilâfet makamınızın ve asil milletimizin sonuna kadar daima koruyucusu ve sadık bir kulu olarak kalacağımı içten gelen duygularımla arz ve temin ederim-). Hatta istanbul un tamamen işgal edildiğinin öğrenilmesinden sonra ankarada meclis toplama kararını şu şekilde ifade ediyor.
      (---19 Mart 1920 tarihinde:
      Hilâfet makamının ve saltanatın bağımsızlığının dokunulmazlığını, milli bağımsızlığımızı ve milli sınırlarımız içinde yaşama imkân verecek bir barışı sağlayacak önerileri ayrıntıları ile tespit edip uygulayabilmek için, millet tarafından olağanüstü yetkiye sahip bir meclisin Ankara'da toplanması gereğini millete duyurmakla ilgili milli görevimizi ve vatan borcumuzu da yerine getirdik.---)
      Yine konuşmasının sonunda;
      (-Meclisimizde oluşan ve beliren milli kudretimiz, Hilâfet makamı ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı devletini dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır. Tam bağımsızlığa sahip, hilâfet makamına vicdani bağlılığı ile övünen, islâm dünyası içinde yaşama anlayışını kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı inancıyla, davranışlarımızı adım adım izleyen bütün medeni dünya ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır. (Sıcak alkışlar)
      Milli mücadele sırasında sürekli saltanata ve hilafete bağlılığını bildirdiği halde savaştan sonra ikisinide kaldırıyor.meclisteki tartışmaları ve nutukta neden kaldırma taraftarı olduğu ile ilgili yerler okudum.kaldırmasının sebeplerini anlıyorum
      Sormak istediğim, hilafete ve saltanata bağlı gözükmesi sadece milli mücadeleyi örgütleyebilmek ve halkı ikna edebilmek için mi, milli mücadele sırasında da kaldıracağına yönelik fikirleri var mı?. Tarihi çarpıtan yazarların dayandığı bi tez bu, halkı bu şekilde kandırdı ve sonunda hepsini kaldırdı, ihanet etti muabbeti.Bu meclis konuşmasınıda kaynak olarak gösterirler.

      Sil
    3. Estağfurullah, amacım azarlamak değil. Öyle bir algı olduysa da özür dilerim. Mustafa Kemal'in cumhuriyetçi olduğu çok önceden bilinen bir şeydir. Çıkardığı "Mimber" gazetesinde veya kurmuş olduğu Vatan Cemiyeti'nin bildirgelerinden cumhuriyetçi olduğunu ilan etmiştir. Sürgün edilmesinin sebebi de budur zaten. Sürgün edildiği Şam'da bile bu cemiyetin şubesini açmıştır. Cemiyetin yayınladığı gazetelerde açık bir şekilde bir şekilde cumhuriyetçi olduğunu ilan etmiştir. Cumhuriyet düşünceli bir insanın halife gibi siyasi bir makamdan hoşlaşmayacağını söylememe gerek yok heralde. Cumhuriyet'e karşı çıkanların bir çoğuda bu argümanı öne sürmüşlerdir: "Cumhuriyet gelirse, hilafet gider". Mustafa Kemal bunu çok iyi biliyor, Nutuk'ta da söylüyor zaten bunu, saltanatın kaldırılması halifeyi etkisiz bırakır. Saltanat olmadan, sultanlık olmadan, tam hakimiyet bir kişinin elinde olmadığı sürece halife etkisiz elemandır diyor. Mustafa Kemal, gençlik yıllarından bu yana cumhuriyetçidir, yönetimin halkın elinde olması arzusu vardır. "Halk kendi içinden çıkardığı liderle yönetilirse gelişebilir, ilerleyebilir." düşüncesi Atatürk'te yoğun şekilde var.

      "İhanet etti." lafı Mustafa Kemal'in üzerinde durmaz. O çamurun izi bile kalmaz. Adam devleti kurmuş vermiş, bir millet oluşturmuş, bir düşünce yerleştirmiş ve "Benim söylediklerim bir gün bilime ters düşerse, bilimi seçin." demiş. Elbette eleştirilecek, konuşulacak ama düşük seviye argümanlarla bu olmaz, bunları söyleyen kendi seviyesini düşürür kanaatindeyim. Şunu kabul edelim ki Atatürk askeri dehadan çok "siyasi strateji" dehasıdır. Yapacaklarının listesini yapmış ve zamanı gelince teker teker uygulamıştır. Saltanatın kaldırılması ve daha sonra hilafeti kaldırması buna çok güzel örnektir. Diyebilirsiniz keşke "hilafet" kalkmasaydı ama o zaman cumhuriyetten vazgeçmeniz gerekir. Atatürk'ün dediği gibi "300 milyonluk müslüman dünyasının bir kişinin ağzına bakacak olması, akıl ve mantığın alamayacağı bir iştir.", ayrıca bu nasıl olacaktır. Müslüman dünyası sömürge konumundadır. Lafı uzatmak istemiyorum Atatürk'ün Nutuk'ta söylediği bir cümleyle bitirmek isterim.
      Kurtuluş yıllarını ve cumhuriyet kurulması fikri tartışıldığı dönemi anlatırken şöyle diyor:
      “Cumhuriyeti vicdanımda milli bir sır gibi sakladım”

      Sil
  6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arnavutları Osmanlı'ya karşı ayaklandırdığı ortaya çıkınca, ülkeden kaçıp Fransa'ya yerleşen, Atatürk'e yalakalık yapacağım ayağına "Saltanatın Kaldırılmasına Dair" kanun önerisini yapan adam mı? Hani Fransa'da türlü yalanlar söylediği kitabı 30 sene sonra açıklayın diyerek İngilizlere veren adamın kitabını mı diyorsun? Ha evet okudum ve anında çöpe attım. :) Güzel bir fantezi kitabıydı ama kurgusu çok yapmacıktı. Beyaz tenli genç bir adamla cinsel ilişkiye girdiğini anlattığı bölüm okuyunca hayal gücünün baya gelişmiş olduğunu gördüm ama pek sarmadı.

      Sil
    2. Ha bu arada o kitabın ortaya çıkaran da Kadir Mısıroğluydu demi? İngilizler kime hangi kitabı pazarlatacağını iyi biliyorlar. :)

      Sil
  7. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Saçma saçma videolar izleyerek beynini yıkama. Bir de videoya reklam koymuşlar, senin gibi herifler bu insanlara para kazandırıyor işte. Aynı video birkaç kere paylaşılmış ki daha fazla para kazanalım diye, Yazıktır günahtır kanma bu heriflere, para kazandırma şerefsizlere. Bir de olayları öyle çarpıtmışlar ki ayetlere uygunluk olsun diye! Komediden başka bir şey değil.

      Böyle yalanları Kuran ile desteklemeye çalışanları görünce aklıma şu ayet geliyor;

      FATIR-5. Ey insanlar! Allah’ın bildirdikleri gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi alıkoymasın ve dikkat edin şeytan sizi Allah kelimesi ile aldatmasın!

      Sil
  8. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Alttaki yorumları bir daha oku! Osmanlıca sözlüğe bakman gerekir, bugünkü sözlüğe değil! Tamam? bana burada aynı şeyleri yazdırma.

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    4. Kardeş olayları o günün şartlarına göre yorumlaman gerekir. Bu tarihin metodlarındandır. Osmanlıca mı yazmış diyorsun. Arkadaş Osmanlıca dediğin zaten Türkçe ayrıca o döneme bakarsan Osmanlıca diye sözlük yoktur "Türkçe" sözlük vardır. Daha anlaşılır olmak için Osmanlıca Sözlük dedim. Yıllar geçtikte sözcüklerin anlamı değişiyor en nihayetinde. Ayrıca senin bu cümlen "Kanuni neden filodaki uçaklarla Viyana'ya gitmedi?" demek kadar saçma.

      Yazdığın yorumdan da ne kadar sığ bir tartışma olacağını anlamadım zaten.

      Sil
  9. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yani kaynağında kaynak olsa. Tamamen siyasi bir yazı. 1950'ye kadar inlemiş millet falan. :D

      Hatırlatırım ki İngiltere istediği için Yunan saldırıya geçti. Arkadaşım bir kendine gel, az bir düşün Allah aşkına, İstanbul yani Osmanlı Devleti'nin başkenti, hilafetin merkezi 5 YIL BOYUNCA İŞGAL EDİLDİ. Neler neler yapıldı bir bilsen, bununla ilgili çok önemli kitaplar var en azından resimlere bakman bile yeterli. İngilizlerin camiye gitmene izin vermeleri büyük lütuftu. Neyden bahsediyorsun sen?

      İngiltere desteğiyle Yunan Anadolu'da toprak alabilseydi, cami mi kalırdı? Bu gün Yunanistan'da kaç cami var? Sıfır! Biraz idrak yollarını aç.

      Hiçbir tarihte camiye oturak konulmamıştır.

      Sil
  10. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arkadaş şunu bir anla önce, İngiltere savaştan yorulmuş bir devlettir. İngiltere'den kalkıp bütün kuzey Afrika'yı almış ayrıca Hindistan'da da varlığını sürdürmüş ve Avrupa'da da Almanya ile savaş halindedir zaten ondan önce de Fransa ile savaşmıştı. Artık İngilizler savaş istemiyor yani kamuoyu baskısı var, ayrıca Hindistan'daki müslümanlar ve Gandhi Türk ordusuna desteğini bildirince, İngiltere Türklerle savaşmama kararı almıştır. Bu yüzden Yunanistan'ı ve Ermenileri doğrudan desteklemiştir.

      "Hiç bir şey yapmadan İstanbul'u bırakıp gitsin" nasıl bir cümledir anlamadım? Ne yapması gerekiyordu? Türk ordusu Yunan'ı Anadolu'dan atmış ve İstanbul'a dayanmıştı. İngiltere ne yapacaktı?

      Atatürk'ün, İstanbul'a İngillizlere İstanbul'u terk edin telgrafından sonra zaten bize barış görüşmek için çağrıda bulunuyorlar.
      İstanbul'u geri almışız şükürler olsun diyeceğinize bunun altından bile birşeyler arıyorsunuz. Vallahi tebrik ediyorum sizi. Keşke Fevzi Çakmak Paşa hayatta olsaydı da birde ona böyle cümleler kursaydınız.

      Sil
  11. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hiçbir belge yoktur. İstersiniz mason olan padişahları araştırabilirsiniz.

      Sil
  12. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnanmıyorsan niye yorum yapıyorsun? Vahiy gelse, yine inanmazsın sen. İstersen inan.

      Sil
  13. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Allah'ın yeryüzündeki gölgesiyim diyenler dine hakaret etmiş olmuyor da Atatürk mü oluyor? La hadi yürü git dinini öğren önce sen.

      Sil
  14. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne koşulda olursa olsun benim dinimi sorgulayacak mertebede değilsin!

      Sil
  15. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şu alaka; işinize geldi mi kafir, işine gelmeyince veli. Bir kişiyi önüne "Hz." koymadı diye dinden çıkarabiliyorsun ama "Allah'ın yeryüzündeki gölgesiyim" diyince sanki peygambermiş gibi savunabiliyorsun. O yüzden dedim, dinini öğren önce.

      Onların hiçbiri belge değildir. Hiçbiri mason locasından alınmış belgeler değildir. Masonların en büyük taktiğidir bu ünlü şahısları mason ilan ederler. Napolyon'u bile ki masonlarla alakası yoktur, Fransayı mahvetmiş kişidir kendisi, ama sırf Fransa'da saygı duyuluyor diye mason ilan ettiler. Bu çok gülünç, biraz Napolyun'u okursan ne demek istediğimi anlarsın.
      Atatürk masondu iddiasında bulunanlardan bir ricada bulunmuştum zamanında dedim ki bunlara "madem Atatürk Veritas Risorta locasına bağlı bir mason, o locaya bağlı bir isim daha söyleyebilir misiniz? "dedim. Başka isim bulamadılar çünkü öyle bir loca yoktur. :) Varsa bile tek üyesi Atatürktür ki bu çok saçma. :D

      Demişsin ki padişahlar abdestsiz imza atmayan insanlarmış. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Kayıtlara göre içki içmeyen tek padişah Kanunidir. Her şeyi geçtim Halife II.Selim'in içki içmediğini inkar edecek insan yok.

      Nasıl mason olurlar demişsin. İşte böyle olurlar; http://www.zaman.com.tr/mustafa-armagan/mason-olan-osmanli-padisahi-kimdi_935305.html

      Başka bir kaynak gösterecektim fakat senin Mustafa Armağan'ı sevdiğini düşündüğüm için bunu kaynak gösterdim. Mustafa Armağan'ı kaynak gösterdim ki belki inanırsın. :)

      Sil
    2. Ha bu arada Atatürk'ün emriyle Mahmut Esat Bozkurt tarafından yazılan bu kitabı okuyabilirsin. Açık açık halka dikkat etmesi konusunda uyaran bir kitaptır. Devlet bütçesi kullanılarak gazetelerde reklamı da yapılmıştır. Eski basımlarını bulabilirsen daha iyi olur. :) Biraz sansüre uğramış.(küfür ve bazı ırkçı söylemler silinmiş)

      http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=96137

      Sil
  16. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  17. Dinliyorum merak etme, dinliyorum ki cevap bulabileyim ama sen de biraz başka insanları dinlemelisin. Öncelikle Mehmet Akif Ersoy'a küfür etmiş bir kişiye ben saygı duymam bunu bil. Kafasına fes takıp Kemalizm karşıtlığı yaparken bir yandan kravat takması da ayrı bir ironidir. Ayrıca Kadir Mısıroğlu'nun iddia ettiği her şey çürütülmüştür biraz farklı insanlar dinle lütfen. Yorumların için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  18. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Turgut Özal'ın ne söylediği beni ilgilendirmez. Kendisi söylüyor "bana Turgut Özal böyle dedi" diyor, kanıtlayabilir mi? Hayır. İnanmak isteyen inanır lafım yok.

      Kemalist Devrim, Osmanlı'nın başlattığı devrimin devamıdır. Bunu kavrayamamışsın. Osmanlı kıyafet devrimi yapınca, memura sarık giymeyi yasaklayıp fes takmayı zorunlu hale getirince sorun olmuyor ama Atatürk yapınca sorun oluyorsa, samimiyetin sorgulanır arkadaşım.

      Kadir Mısıroğlu'nun kitaplarının neredeyse tamamını okudum. Hiçbirinde düzgün kaynak yok. Lozan'da şu şöyle demiş diyor, zabıtlara bakıyoruz öyle birşey dememiş. Bazı kişilerin yorumlarını kaynak göstermiş. bunlar kaynak olarak gösterilse bile belge niteliği taşıyamaz. Ayrıca belirtmek gerekir ki hatıratlar birinci derece belge değildir. Hatıratlara kişinin kendi yorumları katılır, bu sağlıklı bir sonuç vermez.

      Hapis yatmış olması doğruyu söylediğini göstermez.

      Kişinin fikri neyse zikri de odur. Mehmet Akif'in neden "Korkma" diye başladığını bilmiyorsa gerçekten bir sorun var demektir, daha maneviyatını algılayamamış demektir.

      Süleyman Demirel'in bu sözünün kaynağını verebilir misin rica etsem?
      Şu bir gerçek, padişahları övdük(istanbul fethi, kanuni devri vs) ama padişahlığı dövdük. Çünkü Türkiye artık saltanatla yönetilen bir ülke değil, devlet bir hanedanın malı değil halkın malı olmuştu. Bunu tutturabilmek için saltanat dövüldü, dolayısıyla tarihi anlamda değil ama bazı kurumları açısından Osmanlı dövüldü. Bu mecburi idi.

      Padişahların içki içip içmediği artık tartışılmıyor bunu bil. Neler içtiği tartışılıyor ya da gençken de içiyor muydu ya da kim tarafından alıştırıldı; bunlar tartışılıyor.
      1-) "Tarihçilerin şeyhi" ya da "Tarihçilerin Kutbu" olarak tanınan Halil İnalcık'ın anlatımıyla İşret Meclisleri: http://www.youtube.com/watch?v=LbQg5AKEMb4

      2-) Halife Abdülmecid'in el yazmasıyla dedelerinin yaşamları: http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/123859/kafayi-ceken-osmanli-padisahlari-tarihin-arka-odasi

      Osmanlı zamanında 1849'da kurulmuş olan Bomonti Bira Fabrikası vardır, hatta semte ismini bile vermiştir. Yani Osmanlı'da böyle şeyler vardı. Kendini kandırma. Bu Osmanlı'yı küçültmez yada Fatih'in şarap içmesi Fatih'i küçültmez en nihayetinde peygamber değiller.

      Sil
    2. M.kemalin kanunlari sapkayi tenkit etti diye bi ''kadin'' i asti osmanli tek bir Adam asti mi fes giymedi diye. Peki bi kadini? Sirf sapka yuzunden binlerce isan öldü. İnsanlar. Sapkasiz sokaga cikamiyordu. Yolda askerler ceviriyordu neden sapkan yok diye. Sapkayi kim uretiyordu ? İsrail. Turkiyeye kim satiyordu ? İsrail. Yahu biz yahudi miyiz de sapka takiyoruz. İste yine m. Kemalin masonluguna bir kanit

      Sil
  19. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Giyim kuşan Osmanlı tarafından batılılaştırılmıştır. Medreselerin kapatılması dine hizmettir.

      Kopyala yapıştır yapmaya başlayacağını, bu yorumundan anladım. Öncelikle sana bir öneri de bulunayım; asla ikinci el bilgiye güvenme.

      Bak orada ne yazıyor; "son meclis konuşması" o bir konuşmadır. Uzun bir konuşmadan bir cümle alıp kişileri yargılamak ne demektir?

      Aynı şeyleri yazmak istemediğimden uzatmadım, diğer yorumları oku lütfen.

      Sil
  20. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  21. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  22. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  23. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1-) "Ey millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi ve hayrı üzerinize olsun. Peygamber efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri duyurmaya memur ve elçi olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur'andaki anlamı açık olan ayetlerdir. insanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir, çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor."

      2-) " Bütün dünyanın müslümanları Allah'ın son peygamberi hazreti Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli, tüm müslümanlar hazreti Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilir."

      3-) Milletimizin içinde gerçek din âlimleri, âlimlerimiz içinde milletimizin gerçekten iftihar edebileceği din bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara mukabil ilmî kıyafet altında ilim gerçeğinden uzak, gereği kadar okuyup öğrenmemiş, ilim yolunda yeteri kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız.

      4-)" Bizim dinimiz en makul ve tabiî bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olabilmesi için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur."

      5-) -Ezan ve Kuran'ı Türklerden başka hiçbir Müslüman milleti bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara muhteşem müzik ahengi veren Türk Sanatkârlarıdır.

      6-) Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların zannıdır.

      7-) Camiler birbirimizin yüzüne bakmadan yatıp kalkmak için değil, Allah'a uyum ve ibadet ile birlikte din ve dünya için neler yapmak gerektiğini düşünmek, danışmak için yapılmıştır.

      Tabii ki daha uzatılabilir. Atatürk bir çok yerde din hakkında bir şeyler söylemiştir.

      Asıl nokta şudur; Atatürk'ü bu cümleleri kurdu diye nasıl dindar ilan edemezsek, senin yazdığın cümleleri söylediği için dinsiz ilan edemeyiz.

      Atatürk'ün ne yapmak istediğini, yaptığı işleri neden yaptığını layıkıyla anlayabilirsen bu cümleleri neden kurduğunu daha iyi anlarsın. Bir yandan Kuran'ı Türkçe'ye çevirtip, Buhari'yi tercüme ettirip bedava dağıtacak, bir yandan böyle cümleler kuracak. Bunun asıl amacı nedir? Bir düşün lütfen. Milletin artık her türlü düşünceye açık hale gelmesi İslam'a aykırı mıdır? Hayır diyorsan sana önerim sağlıklı kafayla bir daha düşünmen.

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
  24. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kelimeler eklemedim, cümleyi açtım. Yazıyı bir daha oku lütfen!

      Sil
    2. Sen kendi yazini oku daha ne yazdigini bilmiyorsun

      Sil
  25. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vahdettin'i yerin dibine soktum çünkü her şey ortadayken hala İngilizler'den medet bekleyen bir insana saygı göstermem.

      Vahdettin ile başlayıp nasıl Abdülhamit'e geçtin anlamadım, Abdülhamit'le ilgili bir yazım yok farkındaysan. Neden Abdülhamit'i bana karşı savunma ihtiyacı hissettin? Bu biraz garip.

      Abdülhamit'in yaptıkları imparatorluğun süresini uzatmıştır bu gerçek ayrıca yaptığı reformlar ile Atatürk Devrimin de temelini oluşmasında yardım etmiştir. Osmanlı'nın süresi uzadı ama Abdülhamit dönemimde Balkanlar gitti, Kıbrıs gitti, 12 Adalar gitti, koskocaman Mısır gitti, bunları da görmek gerek değil mi? Verdiği kapitülasyonlarla borç ödemek sorunu çözmedi sadece yıkılmasını uzattı. Bu bir başarı mıdır? Evet o şartlarda bir başarıdır. Abdülhamit'in tek yanını özellikle eleştiririm o da hiçbir padişahın yapmadığından çok "Halife" ünvanını öne çıkarmasıdır. Bunun hem millete hem de dine zarar verdiğini düşünüyorum.

      Neyin ne olduğunu öğrenmek bize bağlı, birileri bir iddia da bulunuyorsa belgesiyle açıklamalıdır. İddiada bulunan insanlardan belge isteme alışkanlığı kazandığımız vakit neyin ne olduğu ortaya çıkacaktır muhakkak. Mesela Kadir Mısıroğlu diyor ki: "Lozan'da gizli maddeler var." Bizim diyeceğimiz şudur; "Varsa ve sen bunu biliyorsan kanıtla! Belgesini göster, sen nereden öğrendin?" olmalı. Belgesini gösteremiyorsa bizim için bir kıymeti de olmamalı.

      Bak şimdi ben sana eğer burada Demirel'i savunsaydım, büyük ihtimal sen bana "Demirel, masondu. Neyini savunuyorsun." derdin. Gözlemlerime göre genelde senin gibi düşünenler böyle diyorlar kusura bakma genelleme yaptığım için. Ama dedim ya işinize geldi mi işler değişiyor. :) Ayrıca Demirel'in öyle bir sözü yoktur, varsa kaynak göster. Nerede? Ne zaman demiş? Kime söylemiş? Böyle bir cümlesi yok! Ha neden uydurdular biliyor musun bu sözü Demirel'e söylettirdiler. Demirel mason ya ondan. Vahdettin'i kötülemek aslında masonların projesi dedirtirmek için. :) Bilmesek Damat Ferid'e hükümet kurdurtanları mason sanacağız. Milli Mücadele'ye katılmayın çağrılarını masonlar mı yaptırdı? Mehmet Akif'i, Fevzi Çakmak'ı, Kazım Karabekir'i Milli Mücadeleye sokan masonlar mıydı? Neden karşı çıktı Vahdettin? Hilafet Ordusu kurdurtup neden Ankara'ya karşı savaş ilan etti? Bunları masonlar mı yaptırdı? Düşün!

      Yorumların için teşekkür ederim. Öncekilerden farklı yorum yazmadığın sürece yorumlarına cevap vermeyeceğim. Çok gereksizleşiyor çünkü. :)

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    4. Teşekkürler. Demek ki Demirel "Bu milletin Vahdettini bir 100 yıl daha hain bilmesi gerekir" dememiş. :)

      Sil
  26. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen tarihçi misin? Vahdettin'in hain olduğunu ben değil, Kazım Karabekir söylüyor. Mehmet AKif Ersoy'un mecliste sırasından fırlayıp Vahdettin hakkında neler söylediğini meclis zabıtlarından okuyabilirsin. Aynı meclis zabıtlarında Vahdettin'in "tekbirlerle taşlanarak öldürülmesi" önerisini yapan hocalar var. Vahdettin'ini hain ilan eden ben veya Atatürk değildir. 1920 Anayasasını çıkaran, İstiklal Savaşını kazanan Millet Meclisi mebuslarıdır.

      Hatta Mustafa Armağan kitabına almamış ama Atatürk, cumhuriyet ilanından sonra Vahdettin'in halife kalmasını ve yaptığı bunca kötülük sonunda sözümüzden çıkmaz demesi üzerine, Kazım Karabekir, Atatürk'ü suçluyor ve "böyle bir adamı nasıl olur da halife olarak kalmasını ister" diyerek Atatürk'e karşı çıktığını kendisi anlatıyor.

      Atatürk'ün yaptığını küçültmek için Vahdettin kullanılıyor bunu bil! Neden küçültmek istediklerini anlamak istiyorsan; Amerika'nın şuan ki dış politikasını anlatan Samuel Huntigton'ın "Medeniyetler Çatışması" kitabının "Türkiye" bölümünü okumanı öneririm. :) Açıkça Tükiye'nin Atatürk mirasından vazgeçmesi gerektiğini ve bunun Amerikan çıkarlarına uygun olduğunu anlatır.

      Sil
  27. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  28. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1. Kuran tefsiri ve Buhari tercümesi, cumhuriyetten sonra cumhurbaşkanı Atatürk'ün emriyle hazırlanmış ve bedava dağıtılmıştır. Atatürk'ün dine bakış açısını merak ediyorsan bu tercümelere bakabilirsin.

      2. Anadolu'nun hiçbir döneminde Anadolu kadını çarşafa girmemiştir. 1800'lü yıllardan sonra sadece İstanbul'da görülmüştür çarşaf, tamam? Bana bir tane resim gösteremezsin ki Anadolu'da tarlada çalışan kadın kara çarşaflı olsun böyle bir şey yok! Başörtüsü vardır, daha doğrusu tesettür vardır ama kara çarşaf yoktur.

      3. Cahilliğin nirvanasına ulaşmışsın. Atatürk devrimleri Osmanlı'nın başlattığı inkilipların bir sonucudur ve son noktasıdır. Parlamenter sisteme Osmanlı geçmiştir, kılık kıyafet devrimini ilk yapan bu milleti Avrupalı gibi giyinmeyi öğreten Osmanlıdır. Sarığı yasaklayıp fes giymeyi yasallaştıran Osmanlıdır. Ayrıca şapka kanunu sadece memurlar için çıkarılmış bir kanundur. Kimse kimseyi şapka giymedi diye asmadı artık bu yalanlar tutmuyor arkadaşım, başka yalanlar bul. "İskilipli Atıf Masalı" videosunu izledin mi? Bir izle, bana onun aksine bir belge çıkar sayfayı sana devredeceğim. Tamam?

      4. Fes'in bir mason başlığı olduğunu en son yazımdan okuyabilirsin. Ayrıca fes yunan milli kıyafetinin de bir parçasıdır.

      5. Benim Osmanlı aleyhimde bir tane yazım yoktur. Osmanlı'ya hakaret edenin senden önce karşısına dikilirim. Osmanlı'yı kuran bu millet bugün cumhuriyeti kurmuştur. Bu devlet şuan benim yaşadığım devletse Osmanlı da benim dedelerimin yaşadığı devlettir. Ben aleyhinde bir söz söylemedim sadece gerçekleri söylüyorum, padişahlar içki içmişti bir yalan değildir. Vahdettin, kendi saltanatını milletinden önce tutmuştur bu yalan değildir! Bunları mümkün olduğunca da kanıtladığımı düşünüyorum. Senin gibi kuru yalanların ve hayallerin peşinde değil gerçeklerin peşindeyim.

      Ben teşekkür ederim.

      Sil
  29. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katılıyorum. Dediklerimin tersini ispat ettiğiniz gün buyurun gelin tartışalım. :)

      Sil
  30. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :D Yazı kendi kendini ele veriyor ama sen fark edemedin tabii ki!

      Yazıyı okumaya başladığım gibi hatalar ve çarpıtmalar gördüm teker teker yazayım.İlk olarak Atatürk'ün Kuran'ın tefsiri yapılmasında bir rolü yokmuş gibi başlıyor. Diyor ki "Bırakın M. Kemal Atatürk’ün Elmalılı Tefsiri ve Buhari-i Şerif’i tercüme ettirmesini, takrirde ismi bile geçmiyor."
      Takrir de ismi geçemez çünkü kendisi milletvekili değil! Cumhurbaşkanı. Bu kadar cahil işte bu yazıyı yazan adam.:) Devam edeyim. İşlerine geldi mi Atatürk diktatör bütün kötülüklerin anası, işlerine gelmeyince Atatürk'ün haberi bile yoktu. :D Ya hu Atatürk'ten habersiz Kuran'ın tefsiri yapılabilir mi? Böyle bir girişim tek parti döneminde CHP'den habersiz yapılabilir mi? Gelgelelim Atatürk döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı cumhurbaşkanlığına yani Atatürk'e bağlıdır ayrıca diyanete ayrıca bir bütçe açılmaz, cumhurbaşkanlığı bütçesini yani Atatürk'ün maaşından yaralanırdı. Bu yazıyı yazan adam diyaneti bugünkü diyanet sanıyor, bilmediğini bilmiyor zır cahil.

      Devam edeyim, Atatürk'ün hiç bir şeyden haberi yok derken bir anda Atatürk'ün "İslamı Türkçeleştirme Projesi" diye bir şey ortaya atıyor sonra diyor ki; "1932 Ramazanı’nda kullanılan Cemil Said’in Türkçe Kur’an-ı Kerim (Istanbul 1924) adlı çevirisinin hatalarla dolu olduğu anlaşılınca, M. Kemal Atatürk, “Bu tercümeyi bırakalım, Mehmed Akif’in tercümesini alalım” demiş ve fakat bütün aramalara rağmen, Akif’in Mısır’da bulunan tercümesi bir türlü ele geçirilememişti." Ha şöyle hizaya gel, Atatürk düzgün bir tercüme istiyor hatta Mehmet Akif'in istiyor yani Kazım Karabekir'in dediği gibi cahil züppelere işi bırakmıyor. Tamam? Atatürk Mehmet Akif'in peşini bırakmamıştır Asaf İlbay bu konuda Atatürk’ün şöyle dediğini aktarmıştır: “Şair Akif’e Kuran tercüme edilmesi vazifesi verildi ve kendisine 10.000 lira gönderilmiş olduğu halde bugün yarın diye işi uzatmakta ve nihayet tercümeyi güya meçhul bir adrese göndermiş olduğu cevabını vermektedir.” Atatürk olayın gayet içinde. O yazıyı yazan şahıs sonra diyor ki "“Atatürk’ün arzusu; Kur’an’ın Türkçesinin de aslı gibi makam ve lahn (ezgi) ile okunması merkezinde idi. " yazar bunu din düşmanlığı olarak algılıyor ve böyle yansıtıyor, bu direkt olarak milliyetçilikle açıklanabilir bir şeydir dinsizlik ile değil.

      Devam edelim, Elmalılı Hamdi Yazır'ın “Türkçe Kur’an mı var behey şaşkın!?” dediğini söylüyor, ya bu adamın müslümanlığı kuşkulu böyle bir çarpıtmayı gerçekten gerçek bir müslüman yapmaz yapamaz bu nedir ya? Kur'an tefsirini yapan bir adam yazarın anladığı gibi söylememiştir bu sözü! Buradaki çarpıtmayı anlatmam için 1 sayfa yazmam gerekiyor o yüzden senden ricam Hamdi Yazır'ın "Hak Dini Kur'an Dili" kitabını okuman.

      Sil
    2. Ayrıca yazarın bahsettiği gibi Türkçe Kur'an'ın namazlarda okutulması gibi uygulama gerçekleştirilmemiş, Hamdi Yazır tefsirinin sadece ilim için kullanılması önerilmiştir. Atatürk'ün amacı Kur'an'ın ne dediğini bu millete anlatmaktır. Bilirsin ki halk "Türkçe" konuştuğundan "Arapça" olan Kuran'ı anlamıyordu.

      Diyor ki; "Acaba Elmalılı Hamdi Yazır ve Mehmed Akif Ersoy “islâmlık aleyhtarı züppeler” midirler?
      Elbette hayır… O halde Meclis’in bu ehil zatlara verdiği vazife, M. Kemal’in “islâmlık aleyhtarı züppelere” yaptıracağı mealin önüne geçmek gayesine matuftu."
      :D Meclisten geçen her karar hemde CHP iktidarında Atatürk'ten onay almadan işleme koyulamazdı, kendisi zaten cumhurbaşkanı ama yazara göre bazı kahramanlar çıkmış ve Atatürk'ü engellemiş. Baya komikmiş. Ayrıca dediğim gibi Atatürk o zaman neden Akif'in peşine düştü?

      Devam..." M. Kemal: Evet Karabekir, arap oğlunun (haşa Peygamberimizin) yavelerini (saçmalıklarını / yalanlarını) Türk oğullarına öğretmek için Kur’ân’ı Türkçeye tercüme ettireceğim. Ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler…"
      Düşün, Atatürk o kadar din düşmanı ki milleti dinden çıkarmak için Kuran'ı Türkçeye çevirttirecekmiş. Ne büyük kötülük! "Arap oğlunun saçmalıkları" derken Kur'andan değil, hurafelerden bahsediyor, milletin saçmalıklardan kurutulmasından bahsediyor. Arap oğlu derken Peygamberden değil Arap kavminden bahsediyor, yazar çarpıtma üzerine lisansüstü yapmış. Bunu istersen ayrıca yazar gibi istediğim yerleri alarak değil, tam anlamıyla açıklayabilirim yorum baya uzun oluyor. Ha bu arada hani Atatürk'ün haberi yoktu bu işlerden.!?

      Bu yazıyı normal kendim internette dolaşırken görseydim baştan okumazdım ama senin vesilen ile okudum, ben de bir yazı yazmaya karar verdim bakalım ne cevap verecekler. Hemde onların yaptığı gibi kaynak olarak kendi sitemi göstererek değil, bizzat devlet arşivinden belge numarası vererek. Yalanlarını birde ayetlerle desteklemeye çalışmaları ne kadar acınası halde olduklarını gösteriyor. Yazdıklarının içi boş olduğundan ayetlerle doldurmaya çalışmışlar. Bir de Kazım Karabekir'den örnek vermiş, Kazım Karabekir'in meclisin cuma günü açılmasına sinirlendiği bölümü neden aktarmamış çok ilginç ya da evdeki kara çarşaflı kadını Karabekir neden işten çıkarmıştı? Karabekir'in bira sevdiğini ve kızlarına ilk sigarayı Karabekir'in kendisinin aldığını biliyor muydun? Konu Atatürk düşmanlığı olunca işler değişiyor tabi.

      Sil
  31. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  32. Saçma sapan bir video, yorum bile yazmam sadece senin duymak istediklerini anlatmış.
    Bak söylüyorum sana bu videolar tamamen maddi kazanç sağlamak için yükleniyor. Ya hu adam mücahid diye profil açmış, video yüklemiş bir de reklam koymuş. Neden reklam koyuyorsun? Neden para kazanmaya çalışıyorsun? Bunu bir sor Allah aşkına. Ben de siteme reklam koymayı biliyorum, günde en az bine yakın kişi ziyaret ediyor bu siteyi.
    Belge niteliği taşıyan videolar izle mesela bak;" Fatih'in Vakfiyesi Yalanı" nı izle direkt olarak vakfiyeden gösteriyor.
    "Yanıldım demek benim için zor değil!" benim dediklerimi belgeyle tersini kanıtla bak yukarıda yazdım sayfayı devredeceğim sana!

    YanıtlaSil
  33. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  34. "Kaç Furkan Kaç" :)
    "Atatürk'ü Koruma Kanunu" 1951 yılında Demokrat Parti tarafından çıkarılmış bir yasadır.

    1-)Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    2-)Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
    Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.

    Bu yasa Atatürk'e ve ailesine küfür edenlere ceza vermeyi öngörür. Devrimlere ya da yapılanlara küfür edenlere değil, bizzat Atatürk'e anladın mı? Daha arkasına sığından kanunun ne anlama geldiğini bilmiyorsun.

    YanıtlaSil
  35. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Diyorum ki yazdıklarından yargılanmazsın sorun yok yani. Atatürk'e direkt küfür etmediğin için sorun yok.:)
      Yazdıklarımı sileceğim dedin bu ne demek?

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    3. ADD mi kaldı? :D Asıl benim peşimi bırakmazlar görmüyor musun televizyonları. benim gibi düşünenleri TVlere bile çıkartmıyorlar :D

      Sil
  36. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mustafa Armağan, cemaat gazetesinde yazıyordu, ilk cemaat bitecek inşallah sonrada diğerleri. İlk hukuksuzluk yapanlar bir silinsin gitsin. sonra doğrular açığa çıkacak o zaman kim kaçıyor göreceksin. ;)

      Sil
  37. Bakıyorum da işinize gelmeyen bayağı bir yorumu silmişsiniz. Düzmece tarihçi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumları silen furkan türk'ün kendisidir. "Bu yorum yazar tarafından silindi." yazısı yorumun yazarı yani furkan türk tarafından silindiğini gösteriyor.

      Sil
  38. Boşuna yorulmuşsun konyakçı..! Kimse yemiyor artıkbu ingiliz palavralarını :))

    YanıtlaSil
  39. admin, kendi yorumların dururken furkan türk isimli yorumcunun bütün yorumlarını silmişsin. Hakaret vardı diyeceksen bütün yorumlarında mı hakaret vardı bir. Varsa sadece ilgili bölümü sansürlemen gerekirdi iki. Bu kendine ve bilgilerine güvenen kişinin yapacağı iş değil. Böyle davranmandan galiba cevap vermekte aciz kaldığını düşünmeliyiz. Evet mağlup olduğunu saklamak isteyenin hareket tarzıne benziyor. başka izahı yok

    YanıtlaSil
  40. Ayrıca gördüğüm kadarıyla kendi yorumlarında da hakaret var. Bu durum siteyi takip edenlerin sana karşı olan güvenlerini sarsar. Çünkü üslubunu çirkinleştirmiş ve sıkışan kişinin başvurduğu bir yönteme sarılmışsın. Eğer o kişinin anladığı dilden konuşmak için böyle bir üslub takınmışsan yanlışa yanlışla karşılık verilmez prensibini hatırlatırım. En fazla yorumlarını hiç yayınlamazdın olur biterdi. Hem yayınlamış sonra silmiş hem de pespaye sözcükler kullandmışsın. O kişinin yorumlarını silmeseydin de sayfayı okuyanlar karar verseydi kimin haklı olduğuna. hiç yakışmamış

    YanıtlaSil
  41. Yorum ve önerin için teşekkürler. "Bu yorum yazar tarafından silindi." yazıyor dikkat edersen. Yorumları silen furkan türk'ün kendisidir. Önceki yorumlara bakarsan "Kaç furkan kaç" demişim bunun sebebi yorumlarını sileceğini söylemesidir. Ben kimsenin yorumunu hakaret olmadığı müddetçe silmem, emin olabilirsiniz.

    Fesuphanallah, kardeş benim tek hakaretli yorumum İsmet İnönü ile ilgili son yorumumdur, o da arkadaşın beni aşağılaması ve boş sözlerle hakaret etmesidir. İlk yorum küfürlü olsa bile düzgün cevap veriyorum, küfüre devam ederse anladığı dilden cevap vermek gerekiyor, nazik davranınca "Beyaz Türk", "tepeden bakmacı, elitist" falan oluyoruz. Yeri geldiğinde hakaret de iyidir, bundan rahatsız olan olursa da siteyi takip etmez veya yorumları okumaz.

    Ayrıca "Bu yorum yazar tarafından silindi." yazısını adminin sildiği gibi anlaşıldığını belirtmen iyi oldu, onun için yazıya ayrıca not düşeyim. :)

    YanıtlaSil
  42. Estefan Kamal'a yalakalik icin turlu takla atanlardan biri de sensin anladikta isine gelmeyen yorumlari silip silinmis yorumlarin altina dustugun kendi yorumlarina dokunmaman bile ne derece sahtekar oldugunu gostermeye yeterli. Kucultulmus bir ulus devlette oldugundan farkli olarak cumhuriyetle idare edilen bir Osmanli'da asli unsur Turkleri temsil edecek vekiller meclise gonderilmis diger unsurlar icinde goze bile carpmazdi ve Osmanli diye bir ulke kalmazdi. Osmanli ne de zorunuza gidermis. Cehennem kopegi alkolik bir ingiliz projesi kukla ayyaşa yapismis birakamiyorsunuz.

    YanıtlaSil
  43. Yazar her kimse tel aviv'den katılıyor olsa gerek. Aranızda güzel bir paslaşma var.

    YanıtlaSil
  44. Merhaba Admin.....
    Sana gülelim mi ağlıyalım mı?
    Senin Atan ingiliz valisi olduğunu hiçbir zaman inkar etmedi.
    En basiti....giyim tarzı. İngiliz fötr ingiliz frag ingiliz hayat tarzı.
    Gelelim senin atanın ihtilalle kurduğu devlete....
    Memnunmusun? Getirdiği laik düzenden memnunmusun?
    Evlatlar velilerini katl ediyor, iş adamları yamık işler yapıyor, 5 katlı binaya kanunsuz 3 kat ekleyip binanın çökmesine sebep oluyor....alkohollu araba kullanıp kaza yapıp çocuk çiğniyor. Her gün millet birbirini vuruyor bıçaklıyor. Hergün kadınlar dövülüp öldürülüyor...devleti dolandırıyor vergi kaçırıyor..milletin seçtiği hükümetler ihtilalle indiriliyor...herkes emek vermeden zengin olma peşinde....daha sayalım mı?
    Din adamları dini yaşamıyorlar....


    Memnunmusun senin atanın getirdiği laik düzenden?

    YanıtlaSil
  45. Merhaba admin....

    Yukarıda yazmışsın....Abdülhamit han zamanında 12 adalar ,kıbrıs,mısır,sudanı kaybetmiş....
    Kemalistler kadar tarihi ancak ingilizler çarpıtır....buda tesadüf değil.....madem öyle o zaman niye Lozanda bu topraklar hakkında maddeler var?
    Mesela kıbrıs hakkında neler yazıyor?

    Osmanlı Devleti, Almanya'nın müttefiki olarak İngitere'ye karşı da 1'inci Dünya Savaşı'na girince, İngiltere 5 Kasım 1914'te Kıbrıs'ı ilhak etti. Lozan'da ise antlaşmanın 20'nci maddesine "Türkiye, Britanya Hükümeti tarafından Kıbrıs'ın 5 Kasım 1914'te ilan olunan ilhakını tanıdığını beyan eder" diye


    Yani 5 Kasım 1914 te Kıbrısı kaybettik.
    Oda Lozan hain antlaşmasının sayesinde.
    1914 te Abdülhamit han padişah mi idi?
    Yoooook ,çünkü senin hain atanın selanikte kurduğu harekat ordusu 1909 da Abdülhamit hanı tahtan indirdi.

    YanıtlaSil
  46. Merhaba admin....

    Gelelim osmanlıda bira fabrikaları falan filan vardı...

    Evet vardı...inkar eden yok. Ama bu fabrikaları osmanlı ,daha doğrusu devlet inşaa etmedi....bunu gayrimüslim olan özel kişiler inşaa ettiler...

    İşte burda farkımız....senin atanın kurduğu bira fabrikası devlet tarafından inşaa edildi....özel kişiler ve gayrimüslimler tarafından değil...
    Ve osmanlıda müslümanlara meyhanelere gitmeleri yasaktı....
    Senin atan milletin karşısına çıkıp öve öve bira içiyordu küçük çocukları kucağına alıp bira iciriyordu....

    Bir kötülüğü özel kişi yapar ama bide senin atanın kurduğu devlet eli ile yapar ....
    Bunu inşaallah ayırt edebiliyorsun.

    YanıtlaSil
  47. Merhaba admin

    Gelelim Vahdeddin hazretlerine.
    Padişah birinci dünya savaşının 4 ay bitmesinden önce padişah olmuş. Devlet işlerinden uzak tutturulmuş ömür boyu...kim tarafından? Senin atanında yer aldığı hainler ordusu ittihatçı terakki paşalardan...
    Osmanlının son döneminde padişahların pek sorumluluğu yoktu ....bunu Abdülhamit han fark etti ve değiştirmeye kalktı. 33 sene hem bu hainler ordusuna ittihatçı ve terakki paşalara karşı hemde onların işbirlikçi avrupa ülkelerine karşı mücadele verdi...

    Padişahlar bu hainler ordusu tarafından sarılmış ,onların istikameti tarafı karar veriyorlardı...

    Ondan sonra çıkıp yok efendim şu padişah haindi meydanlarda bağırın...

    Hain olanlar yabancı güçlerle işbirliği yapanlar bunun içinde en başta senin atan geliyor...

    Hangi ülke de olursan ol, yabancı gayri milli kişilerle devletlerle işbirliği yapanlara hain derler....

    YanıtlaSil
  48. Merhaba admin...

    Yukarıda yazmışsın....yok Vahdeddin han hain kamalı göndermemiş kabineye uymuş....evet inkar eden varmı? Yok!
    Sonunda Padişah imzalıyor...

    Ne kadar hainsiniz ne kadar sahtekarsınız....

    Sevr projesini Vahdeddin han onayladı diyorsunuz ,buda yalan hiç bir belgenin altında imzası yok, burda tek sorumlu Vahdeddin han diye milleti aldatmaya çalışıyorsuNuz, ama senin hain atanı Vahdeddin han değil onun kabinesi seçti gönderdi Vahdeddin hanın hicbir ilgisi yok nasıl bir hainlik nasıl bir çelişki?

    İşinize nasıl geliyorsa....pardon hain atanın işine nasıl geliyorsa...
    Sen hain atanın nutukunu oku...anadoluya onu kim göndermiş orda okursun....

    İyice gülünç duruma düşüyorsuNuz.

    YanıtlaSil

  49. Merhaba Admin, yukarda iKiden bir ne diyorsun? Belgesiz konuşmayın, aynı Üstad gibi.....

    Üstad Kadir Mısíroğlu belge gösteriyorda ,senin ve senin gibilerin işine gelmediği için alay konusu ediyorsuNuz.
    Bak senin hain atan filistin cephesinden nasıl kaçıp ,osmanlının güney cephesini çökertti...
    Ve tuaf olan şey ne ? İngilizlerin eline kudüs ve filistin geçtikten sonra mondros ateşkes antlaşması imzalanıyor...buda senin hain atanın baskıları sayesinde...
    Cepheden kaç ,filistin ingilizlerin eline geçsin , ondan sonra hemen istanbula telegraaf çek hemen ateşkes yapílması lazım diye...sonra bu mondros antlaşmasını imzalayan hükümeti kur...
    Tesadüfler dünyası muhahahaha...
    Dedim ya ancak kamalistler ve onların akılbabaları tarihi böyle çarpıtír


    Düşman Ordusu, 19 Eylül 1918’de Nablus güneyinde batıdan-doğuya doğru 8, 7 ve 4. Orduların savundukları mevzilere karşı büyük bir taarruz harekâtı başlatmıştır. M. Kemal’in başında bulunduğu 7. Ordunun kabul edilemez bir şekilde 8. ve 4. Ordulara haber vermeden ani bir surette geri çekilmesi, 8. ve 4. Orduların imhasına sebep olmuştur. Neticede Nablus Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu çatışmalarda; Mareşal Liman Von Sanders’in Yıldırım Ordular Grubu bozguna uğramış, Cevat Paşanın 8. Ordusuyla kuruluşundaki Albay Refet (Bele)’in 22.Kolordusu imha olmuş, M. Kemal’in 7.Ordusuyla kuruluşundaki Ali Fuat Paşanın (Cebesoy) 20.Kolordusu ve Albay Ismet (Inönü)’in 3.Kolordusu ağır zayiat vermiştir.[1]

    [1] Nablus Meydan Muharebesi, 19-21 Eylül 1918. Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, cild 4, Klasör 2, Sina-Filistin Cephesi, Kroki 55.

    YanıtlaSil
  50. Merhaba admin,

    Yukarıda yazmışsın...." atam'ın siyasi zekası müthiş idi"
    Muhahahahaha..

    Yahu ihtilalle kurduğu rejime sahip çıkamadı, kör ismet, onu hep şah mat ediyordu...çankayadan çıkamaz oldu...

    Bu nasıl bir üstün zekâmış?


    Muhahahaha

    YanıtlaSil
  51. Merhaba admin,

    Kuran da lanetlenmiş olan yahudiler, niye israilin yehuda şehrinde senin hain atan için bir heykel dikip ve altına bu yazıyı yazdılar?


    Ulu önder Atatürk, bütün Türk halkını ve Türkiye yi seven israil halkı sana ( atatürke) ebediyyen minnettar kalacak.


    Senin hain atan bu lanetlenmiş yahudilere neler yaptı? İsrail devletinin kurulmasında baş rol oynadığı için mi? Filistin cephesini çökerttiği için mi?
    Halifeliği kaldırdığı için mi? Türk milletiNi islam dan uzaklaştırdığı için mi?
    Yahudilere toprak satmayan Abdülhamit hanı 1909 da selanikte kurduğu harekat ordusu ile tahtan indirdiği için mi?


    Sakın yahudileri hitlerden kurtardığı yalanı söyleme....
    1939 kadar yahudiler genozide uğramadılar almanyada...senin hain atan 1938 de öldü....yani kurtarma olayı daha yok.


    Bir cevap ver!!!! II .Beyazid in israilde bir heykeli ona minnettar olan yahudilerin bir yazısı varmı? Yooook


    İlginç değil mi !

    YanıtlaSil